JadeSpectrum
Kayıtlı Kullanıcı
Telefon ekranı, o an donup kaldı, simsiyah bir boşluğa dönüştü sanki, oysa sadece "PIN yanlış" yazıyordu ve o ufacık uyarı, bir felaketin ilk habercisiydi, kim bilebilirdi ki, değil mi? Hani o an, insan bir anlık gafletle, "Kesin buydu ya!" der, sonra o bildiğini sandığı numarayı bir kez daha girer, işte o an her şey başlar...
Birinci deneme, ikincisi derken o soğuk ter damlacıkları kendini belli etmeye başlar, avuç içlerin hafiften nemlenir, çünkü bilirsin, PUK kodu hikayesi bambaşka, PIN gibi kolay kolay sıfırlanmıyor, bu sefer işler biraz daha karışık... sanki telefona değil, hayatının bir parçasına kilit vurulmuş gibi hissedersin, vallahi öyle.
Üçüncü, belki dördüncü deneme... Gözlerin kararıyor o an, hani o çok önemli bir mesajı beklediğin, o acil araman gereken, tam da o an. İşte tam o anda, o kahrolası "SIM kart bloke oldu" yazısı belirir. Bitti. Her şey bitti, bir an için dünya ile bağlantın koptu, bir duvar örüldü arana... ne kötü bir histir o abi ya.
Telefonu elinde tutarsın, bir ağırlık çöker üstüne, ses gelmiyor, mesaj gitmiyor, sosyal medya desen, hak getire, bir anda modern dünyanın ortasında yapayalnız kalmışsın gibi... Sanki bir zaman tüneline girip, iletişim çağından koparılmışsın, ne yapacağını şaşırırsın, insan o an ne yapacağını bilemez ki.
Hani derler ya, küçük bir şey hayatını nasıl da alt üst edebilir... İşte o PUK kodu, bir nevi dijital anahtarın, kaybolunca, unutulunca ya da yanlış girilince, o küçük SIM kartın bir metal parçasına dönüşür, hiçbir işe yaramayan, öylece duran bir yığın. Nereye baktın, hangi kutunun içine attın o küçük kartı, o an sanki bütün ev dar gelir insana.
Müşteri hizmetleri... İşte o anlarda bir umut kapısı, ama o kapıya ulaşana kadar, o robot seslerle boğuşup, kimlik numaralarını, güvenlik sorularını aşıp da gerçek bir insana bağlanmak... O bile başlı başına bir serüven, insanı çileden çıkarmaya yetiyor, billahi yetiyor. "Lütfen bekleyiniz, sizinle ilgilenen ilk temsilcimiz..." Aman Tanrım.
Sonra o ses duyulur, nihayet. "PUK kodunuz şudur..." Sanki bir hayat bahşedilmiş gibi hissedersin, o anlık sevinç, o rahatlama... Oysa ne kadar basit bir sorundu, ne kadar gereksiz bir telaştı, ama o anın yarattığı drama... işte bu, insan olmanın bir parçası herhalde. Yeniden bağlantı kurmak, dünyayla yeniden barışmak gibi.
Bu küçük, dört haneli, sekiz haneli şifreler, hayatımızı ne kadar da kolaylaştırırken, bir yandan da nasıl bir kâbusa çevirebiliyor, insanı çaresiz bırakabiliyor... Sadece bir kod, bir sayı dizisi, ama arkasında kocaman bir dünya, bütün bir hayat saklı, kim bilebilirdi ki.
O yüzden diyorum ya, o küçük kartı, o zarfı saklayın abi, ne olur ne olmaz... Çünkü bu hikaye, hepimizin bir yerinde yaşadığı, o anlık paniğin, o teknolojiye bağımlılığın getirdiği o tuhaf, o tatsız deneyimin ta kendisi... Kim bilir, belki sen de yaşadın, değil mi?
Birinci deneme, ikincisi derken o soğuk ter damlacıkları kendini belli etmeye başlar, avuç içlerin hafiften nemlenir, çünkü bilirsin, PUK kodu hikayesi bambaşka, PIN gibi kolay kolay sıfırlanmıyor, bu sefer işler biraz daha karışık... sanki telefona değil, hayatının bir parçasına kilit vurulmuş gibi hissedersin, vallahi öyle.
Üçüncü, belki dördüncü deneme... Gözlerin kararıyor o an, hani o çok önemli bir mesajı beklediğin, o acil araman gereken, tam da o an. İşte tam o anda, o kahrolası "SIM kart bloke oldu" yazısı belirir. Bitti. Her şey bitti, bir an için dünya ile bağlantın koptu, bir duvar örüldü arana... ne kötü bir histir o abi ya.
Telefonu elinde tutarsın, bir ağırlık çöker üstüne, ses gelmiyor, mesaj gitmiyor, sosyal medya desen, hak getire, bir anda modern dünyanın ortasında yapayalnız kalmışsın gibi... Sanki bir zaman tüneline girip, iletişim çağından koparılmışsın, ne yapacağını şaşırırsın, insan o an ne yapacağını bilemez ki.
Hani derler ya, küçük bir şey hayatını nasıl da alt üst edebilir... İşte o PUK kodu, bir nevi dijital anahtarın, kaybolunca, unutulunca ya da yanlış girilince, o küçük SIM kartın bir metal parçasına dönüşür, hiçbir işe yaramayan, öylece duran bir yığın. Nereye baktın, hangi kutunun içine attın o küçük kartı, o an sanki bütün ev dar gelir insana.
Müşteri hizmetleri... İşte o anlarda bir umut kapısı, ama o kapıya ulaşana kadar, o robot seslerle boğuşup, kimlik numaralarını, güvenlik sorularını aşıp da gerçek bir insana bağlanmak... O bile başlı başına bir serüven, insanı çileden çıkarmaya yetiyor, billahi yetiyor. "Lütfen bekleyiniz, sizinle ilgilenen ilk temsilcimiz..." Aman Tanrım.
Sonra o ses duyulur, nihayet. "PUK kodunuz şudur..." Sanki bir hayat bahşedilmiş gibi hissedersin, o anlık sevinç, o rahatlama... Oysa ne kadar basit bir sorundu, ne kadar gereksiz bir telaştı, ama o anın yarattığı drama... işte bu, insan olmanın bir parçası herhalde. Yeniden bağlantı kurmak, dünyayla yeniden barışmak gibi.
Bu küçük, dört haneli, sekiz haneli şifreler, hayatımızı ne kadar da kolaylaştırırken, bir yandan da nasıl bir kâbusa çevirebiliyor, insanı çaresiz bırakabiliyor... Sadece bir kod, bir sayı dizisi, ama arkasında kocaman bir dünya, bütün bir hayat saklı, kim bilebilirdi ki.
O yüzden diyorum ya, o küçük kartı, o zarfı saklayın abi, ne olur ne olmaz... Çünkü bu hikaye, hepimizin bir yerinde yaşadığı, o anlık paniğin, o teknolojiye bağımlılığın getirdiği o tuhaf, o tatsız deneyimin ta kendisi... Kim bilir, belki sen de yaşadın, değil mi?