IndigoCadence
Kayıtlı Kullanıcı
Yaşadım, gördüm, bazen de bizzat içindeydim o tıkalı hallerin... İnsan ne kadar çok şey bekliyor değil mi bir şeyleri düzeltmek için? Halbuki çoğu zaman tek eksik, doğru dürüst bir iletişim kurmak oluyor.
Bir şeyler tıkandığında, hani o genel blokaj dediğimiz anlar var ya, ilk bozulan şey diyalog oluyor. İnsan bir anda suskunlaşıyor, içine kapanıyor, sanki konuşsa her şey daha da kötüye gidecekmiş gibi bir his... Sanki büyü bozulacak gibi.
Aslında o suskunluk, o konuşmaktan kaçınma halleri, asıl düğümü atıyor bence. Hani derler ya, "Söylemediğin her şey sana ait değil artık," diye. E öyle de oluyor işte, söylemediklerimiz birikiyor, devasa duvarlar örüyor önümüze.
Karşı tarafın ne hissettiğini, ne düşündüğünü varsaymak en büyük tuzaklardan biri. "O zaten beni anlar," ya da "Boşuna konuşmaya gerek yok, anlamaz," düşüncesi... Abi, kimse kimsenin zihnini okuyamıyor ki, vallahi billahi.
Dinlemek dedin mi, sadece karşıdakinin cümlesi bitince kendi lafını söylemek için beklemek değildir ki bu. Anlamak için dinlemek bambaşka bir şey. Orayı kaçırınca, zaten ne konuşsak boşa gidiyor... Havaya uçan balonlar gibi.
Gerginliğin, öfkenin, korkunun bazen iletişimin önüne nasıl set çektiğini görüyorum. Kelimeler boğazına düğümleniyor insanın, hani ne söylesen yanlış anlaşılacakmış gibi bir his... Bazen hiç konuşmamak daha iyi gibi geliyor.
Ama o "daha iyi gibi gelen" hiç konuşmamak hali, aslında buzdağının su altındaki kısmı oluyor. Görünmeyen o devasa sorun orada büyüyor, büyüyor... Sonra bir bakıyorsun, iş işten geçmiş.
Bazen de doğru kelimeyi bulamıyorsun, değil mi? Hani anlatmak istiyorsun da, dilinin ucuna gelmiyor bir türlü. Karşıdaki de o isteği görüyor ama ne istediğini anlayamıyor. Orada bir kopukluk yaşanıyor... Yazık oluyor gerçekten.
O anlık egolar, haklı çıkma çabaları... İletişim bir anda bir savaş alanına dönüyor. Kim daha çok bağırırsa, kim daha çok suçlarsa, o haklı olacak sanılıyor. Ama kimse kazanmıyor ki öyle bir kavgada, sadece herkes kaybediyor.
Geçmişte yaşananlar, eski defterler... Her blokaj anında yeniden açılıyor o defterler. Yeni bir sorun konuşulurken, hooop! Eskisi de masaya konuyor. E, nasıl çözülecek şimdi bu iş? Eski yaralarla yeni sorunları karıştırmak...
Şeffaflık da çok önemli hani. Kartlarını açık oynamamak, bazı şeyleri saklamak, hele de bir blokajı çözmeye çalışırken... O zaman güven zedeleniyor. Güven olmazsa, ne konuşsan ne fayda?
Empati kurmak diyorum ben, ama bunu gerçekten içtenlikle yapmak. Karşındaki neden böyle hissediyor, neden böyle düşünüyor? Onun gözünden bakmaya çalışmak, bir an olsun... İşte o zaman kapılar aralanıyor, inan bana.
Sadece şikayet edip, sorunu ortaya koyup, "Çözün!" demek kolay. Ama çözüm odaklı konuşmak bambaşka bir marifet. Nasıl çözeriz? Ne yapabiliriz? Bu soruları sormadan, sadece şikayetle nereye kadar gider ki?
Geri bildirim kültürü... Yok bizde pek öyle, değil mi? Yapıcı eleştiri sunmak ya da almak... Çoğu zaman ya savunmaya geçiyoruz ya da kişisel algılıyoruz. Halbuki o da iletişimin bir parçası, o da çözüme götürür insanı.
Yüzleşmekten korkmak... Konuşmanın getireceği o olası rahatsızlık, hani "ya kötü olursa" endişesi... İşte o, blokajı sonsuza kadar orada tutan görünmez bir zincir oluyor. Bir adım atmak lazım, o korkuya rağmen.
Dijitalleşme de bir yandan kolaylaştırıyor bir yandan zorlaştırıyor iletişimi. Bir mesajla her şeyi çözmeye çalışmak... Ama o mesajdaki tonu, mimikleri, göz teması nerede? Yanlış anlamalar da cabası oluyor bazen... O yüzden ben yüz yüze diyalogdan yanayım, her zaman.
Bir şeyler tıkandığında, hani o genel blokaj dediğimiz anlar var ya, ilk bozulan şey diyalog oluyor. İnsan bir anda suskunlaşıyor, içine kapanıyor, sanki konuşsa her şey daha da kötüye gidecekmiş gibi bir his... Sanki büyü bozulacak gibi.
Aslında o suskunluk, o konuşmaktan kaçınma halleri, asıl düğümü atıyor bence. Hani derler ya, "Söylemediğin her şey sana ait değil artık," diye. E öyle de oluyor işte, söylemediklerimiz birikiyor, devasa duvarlar örüyor önümüze.
Karşı tarafın ne hissettiğini, ne düşündüğünü varsaymak en büyük tuzaklardan biri. "O zaten beni anlar," ya da "Boşuna konuşmaya gerek yok, anlamaz," düşüncesi... Abi, kimse kimsenin zihnini okuyamıyor ki, vallahi billahi.
Dinlemek dedin mi, sadece karşıdakinin cümlesi bitince kendi lafını söylemek için beklemek değildir ki bu. Anlamak için dinlemek bambaşka bir şey. Orayı kaçırınca, zaten ne konuşsak boşa gidiyor... Havaya uçan balonlar gibi.
Gerginliğin, öfkenin, korkunun bazen iletişimin önüne nasıl set çektiğini görüyorum. Kelimeler boğazına düğümleniyor insanın, hani ne söylesen yanlış anlaşılacakmış gibi bir his... Bazen hiç konuşmamak daha iyi gibi geliyor.
Ama o "daha iyi gibi gelen" hiç konuşmamak hali, aslında buzdağının su altındaki kısmı oluyor. Görünmeyen o devasa sorun orada büyüyor, büyüyor... Sonra bir bakıyorsun, iş işten geçmiş.
Bazen de doğru kelimeyi bulamıyorsun, değil mi? Hani anlatmak istiyorsun da, dilinin ucuna gelmiyor bir türlü. Karşıdaki de o isteği görüyor ama ne istediğini anlayamıyor. Orada bir kopukluk yaşanıyor... Yazık oluyor gerçekten.
O anlık egolar, haklı çıkma çabaları... İletişim bir anda bir savaş alanına dönüyor. Kim daha çok bağırırsa, kim daha çok suçlarsa, o haklı olacak sanılıyor. Ama kimse kazanmıyor ki öyle bir kavgada, sadece herkes kaybediyor.
Geçmişte yaşananlar, eski defterler... Her blokaj anında yeniden açılıyor o defterler. Yeni bir sorun konuşulurken, hooop! Eskisi de masaya konuyor. E, nasıl çözülecek şimdi bu iş? Eski yaralarla yeni sorunları karıştırmak...
Şeffaflık da çok önemli hani. Kartlarını açık oynamamak, bazı şeyleri saklamak, hele de bir blokajı çözmeye çalışırken... O zaman güven zedeleniyor. Güven olmazsa, ne konuşsan ne fayda?
Empati kurmak diyorum ben, ama bunu gerçekten içtenlikle yapmak. Karşındaki neden böyle hissediyor, neden böyle düşünüyor? Onun gözünden bakmaya çalışmak, bir an olsun... İşte o zaman kapılar aralanıyor, inan bana.
Sadece şikayet edip, sorunu ortaya koyup, "Çözün!" demek kolay. Ama çözüm odaklı konuşmak bambaşka bir marifet. Nasıl çözeriz? Ne yapabiliriz? Bu soruları sormadan, sadece şikayetle nereye kadar gider ki?
Geri bildirim kültürü... Yok bizde pek öyle, değil mi? Yapıcı eleştiri sunmak ya da almak... Çoğu zaman ya savunmaya geçiyoruz ya da kişisel algılıyoruz. Halbuki o da iletişimin bir parçası, o da çözüme götürür insanı.
Yüzleşmekten korkmak... Konuşmanın getireceği o olası rahatsızlık, hani "ya kötü olursa" endişesi... İşte o, blokajı sonsuza kadar orada tutan görünmez bir zincir oluyor. Bir adım atmak lazım, o korkuya rağmen.
Dijitalleşme de bir yandan kolaylaştırıyor bir yandan zorlaştırıyor iletişimi. Bir mesajla her şeyi çözmeye çalışmak... Ama o mesajdaki tonu, mimikleri, göz teması nerede? Yanlış anlamalar da cabası oluyor bazen... O yüzden ben yüz yüze diyalogdan yanayım, her zaman.