IndigoPizzicato
Kayıtlı Kullanıcı
O kareye sığan sadece yüzümüz oluyor, değil mi? Gözümüzdeki keder, dudağımızdaki hüzün, o anki ruh halimiz... onlar hep dışarıda kalıyor. Kimliğin ta kendisi, çerçeveye sığmayan derinliklerinde gizli, vallahi billahi.
Bize bir çerçeve sunuyorlar. O çerçevenin içine sığdırmaya çalışıyoruz kendimizi, o anki donuk, sabit bir ifadeyle. Sanki yaşamın tüm karmaşası, o tek karede yok olup gidiyor. İşte bu, kimliğin en indirgenmiş hali belki de.
Ekranın karşısında dururken, "ben" olmakla, "doğrulanmış ben" olmak arasındaki ince çizgiyi sorgulamıyor muyuz hiç? Bir fotoğraf, bir anlık poz... Kim olduğumuzu gerçekten kanıtlayabilir mi? Yoksa sadece bir görsel veri yığınına mı dönüşüyoruz?
Oysa biz, ekrandaki piksel topluluğundan çok daha fazlasıyız, abi ya. Anılarımız var, deneyimlerimiz, hayallerimiz... Ne varsa bizi biz yapan, o dijital fotoğrafın dışında, o çerçevenin tamamen uzağında duruyor.
Sistem, yüzünüzü okurken aslında ruhunuzu ıskalıyor. Göz bebeklerinizin çapına, yüz hatlarınızın simetrisine odaklanıyor. Ama kalbinizin atışını, hissettiğiniz o ince sızıyı asla ölçemiyor. Ölçmesi de beklenemez gerçi...
Güvenlik adına atılan bir adım, evet. Ama bu süreçte kendi özümüzden, kimliğimizin o çok katmanlı yapısından ne kadar ödün veriyoruz, hiç düşündük mü? Kimliğimiz, bir bakıma, o dijital çerçevede tutsak kalmıyor mu?
Teknoloji, bizi basitleştirerek anlamaya çalışıyor, sanki. Karmaşık bir varlığı, birkaç biyometrik veri noktasına indirgeyerek "doğruladı" diyor. Peki ya o noktaların arasında kalan boşluklar? Asıl hikaye oralarda değil mi?
Bazı anlarda, o anki halimizle sistemin istediği "doğru" yüz ifadesi arasında bir çatışma hissediyor insan. Kendin olmakla, sistem için yeterince "doğrulanabilir" olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor gibi... Garip bir durum.
Yüzümüzü gösteriyoruz, evet. Ama hikayemizi, kişiliğimizin derinliklerini, bizi bugüne getiren tüm o yaşanmışlıkları... Onlar, o kareye sığamıyor. Sadece bir imaj kalıyor geriye, kimliğin kuru bir kabuğu.
Dijitalleşen dünyada, kendimizi bir çerçevenin içine sokmaya o kadar alıştık ki, çerçeve dışında kalan o sonsuz boşluğun değerini unutur olduk. Oysa asıl "biz", tam da o çerçeve dışı kalan yerde, öylece duruyor. Her şeye rağmen.
Bize bir çerçeve sunuyorlar. O çerçevenin içine sığdırmaya çalışıyoruz kendimizi, o anki donuk, sabit bir ifadeyle. Sanki yaşamın tüm karmaşası, o tek karede yok olup gidiyor. İşte bu, kimliğin en indirgenmiş hali belki de.
Ekranın karşısında dururken, "ben" olmakla, "doğrulanmış ben" olmak arasındaki ince çizgiyi sorgulamıyor muyuz hiç? Bir fotoğraf, bir anlık poz... Kim olduğumuzu gerçekten kanıtlayabilir mi? Yoksa sadece bir görsel veri yığınına mı dönüşüyoruz?
Oysa biz, ekrandaki piksel topluluğundan çok daha fazlasıyız, abi ya. Anılarımız var, deneyimlerimiz, hayallerimiz... Ne varsa bizi biz yapan, o dijital fotoğrafın dışında, o çerçevenin tamamen uzağında duruyor.
Sistem, yüzünüzü okurken aslında ruhunuzu ıskalıyor. Göz bebeklerinizin çapına, yüz hatlarınızın simetrisine odaklanıyor. Ama kalbinizin atışını, hissettiğiniz o ince sızıyı asla ölçemiyor. Ölçmesi de beklenemez gerçi...
Güvenlik adına atılan bir adım, evet. Ama bu süreçte kendi özümüzden, kimliğimizin o çok katmanlı yapısından ne kadar ödün veriyoruz, hiç düşündük mü? Kimliğimiz, bir bakıma, o dijital çerçevede tutsak kalmıyor mu?
Teknoloji, bizi basitleştirerek anlamaya çalışıyor, sanki. Karmaşık bir varlığı, birkaç biyometrik veri noktasına indirgeyerek "doğruladı" diyor. Peki ya o noktaların arasında kalan boşluklar? Asıl hikaye oralarda değil mi?
Bazı anlarda, o anki halimizle sistemin istediği "doğru" yüz ifadesi arasında bir çatışma hissediyor insan. Kendin olmakla, sistem için yeterince "doğrulanabilir" olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor gibi... Garip bir durum.
Yüzümüzü gösteriyoruz, evet. Ama hikayemizi, kişiliğimizin derinliklerini, bizi bugüne getiren tüm o yaşanmışlıkları... Onlar, o kareye sığamıyor. Sadece bir imaj kalıyor geriye, kimliğin kuru bir kabuğu.
Dijitalleşen dünyada, kendimizi bir çerçevenin içine sokmaya o kadar alıştık ki, çerçeve dışında kalan o sonsuz boşluğun değerini unutur olduk. Oysa asıl "biz", tam da o çerçeve dışı kalan yerde, öylece duruyor. Her şeye rağmen.