IndigoMandolin
Kayıtlı Kullanıcı
O sessizliği hatırlarız, değil mi? Hani o telefon ekranına baktığımızda, sağ üst köşede ya 'Servis Yok' yazar, ya da sadece 'SIM Kart Takılı Değil' gibi bir uyarı belirir... Sanki dünyanın geri kalanıyla aramızda görünmez, aşılmaz bir duvar yükselir, bizi bir anda kendi yalnızlığımıza mahkum eder. Sanki bir boşluk hissi, adeta evrenden kopuş. Telefonumuz, o hep elimizde, yanı başımızda duran cihaz, aniden işlevsiz bir ağırlığa dönüşürdü abi ya, vallahi kalbi durmuş gibiydi, nefes almıyordu sanki.
Sonra o an gelir, o beklenen an. Blokenin kalktığı, PUK kodunun girildiği, operatörün sistemlerinde o sihirli "açıldı" ibaresinin belirdiği an. Bir umut ışığı belirir o karanlık dehlizde, içimizde bir kıpırtı, yeniden doğuşun fısıltısı sanki. Geriye kalan tek şey, o cihazı, o avucumuzdaki kara kutuyu, yeniden hayata döndürmek... O minicik, altın rengi çiplerle dolu SIM kartın, bir kez daha o hassas yuvaya titizlikle, sanki bir cerrah edasıyla yerleştirilmesi, bir ritüeldir adeta.
Ve o kritik karar anı: Telefonu yeniden başlatmak. Sadece bir tuşa basmak değildir bu; bir duadır, bir yakarıştır, sistemin kendini sıfırlamasını dilediğimiz, temiz bir sayfa açmasını umduğumuz o büyülü dokunuş. Güç düğmesine dokunduğumuzda, ekranın birden siyaha bürünmesi, içimizdeki o son titrek umut kırıntısıyla birlikte bizi de derin bir nefes almaya zorlar. Sanki bir devrin kapanıp, yepyeninin başlayacağı o anın eşiğindeyizdir, her şey silinip, yeniden yazılacakmış gibi...
Telefonun kendi iç dünyasına çekilmesi, kapanış animasyonları... Sonra o karanlık, o belirsizlik. Sanki cihazın ruhu bedeni terk etmiş, derin bir komaya girmiş gibi. Ardından, üretici logosunun o tanıdık ışığıyla yeniden belirip, sanki uzak bir gezegenden sinyal alır gibi yavaşça parlaması... Sistem dosyaları yüklenirken ekranda beliren o döngüsel işaret, o ilerleme çubuğu, her bir milimiyle bizim de nabzımızı hızlandırır, sanki bizim de kanımız yavaş yavaş yeniden pompalanmaya başlar. Her geçen saniye bir ömür gibi uzar, acaba şimdi mi?
İşte o an! Ekran aydınlanır, PIN kodunu girmemiz istenir, o dört haneli şifre, bizi dünyaya bağlayan ilk anahtar. Ve sonra... Yavaş yavaş, sağ üst köşede, önce o boş sinyal çubukları belirir, sonra bir tanesi, iki tanesi, derken hepsi birden dolmaya başlar. Yanında operatörümüzün adı, 4G, hatta 5G ibaresi... Şebekeye yeniden bağlandık, evet, başardık! Kalbimizdeki sıkışıklık dağılır, yerine tarifsiz bir rahatlama, bir sevinç gelir. Gözlerimiz dolar, billahi dolar ya...
Ardından gelen o ses sağanağı, o titreşimler... WhatsApp mesajları, kaçırılan aramalar, e-postalar, sosyal medya bildirimleri... Sanki bir nehir yatağına kavuşmuş gibi akar gelir hepsi, bir anda geçmişle şimdiki zaman arasında köprü kurar. Yeniden var olmanın, yeniden bağlanmanın o muazzam hissi... Dünya geri döner, bizi yeniden kucaklar. Telefon artık bir ağırlık değil, bir kapıdır, bir penceredir, yaşama açılan, nefes alıp verdiğimiz o bildik düzene geri döndüğümüzün en somut kanıtıdır... Oh be, şükürler olsun...
Sonra o an gelir, o beklenen an. Blokenin kalktığı, PUK kodunun girildiği, operatörün sistemlerinde o sihirli "açıldı" ibaresinin belirdiği an. Bir umut ışığı belirir o karanlık dehlizde, içimizde bir kıpırtı, yeniden doğuşun fısıltısı sanki. Geriye kalan tek şey, o cihazı, o avucumuzdaki kara kutuyu, yeniden hayata döndürmek... O minicik, altın rengi çiplerle dolu SIM kartın, bir kez daha o hassas yuvaya titizlikle, sanki bir cerrah edasıyla yerleştirilmesi, bir ritüeldir adeta.
Ve o kritik karar anı: Telefonu yeniden başlatmak. Sadece bir tuşa basmak değildir bu; bir duadır, bir yakarıştır, sistemin kendini sıfırlamasını dilediğimiz, temiz bir sayfa açmasını umduğumuz o büyülü dokunuş. Güç düğmesine dokunduğumuzda, ekranın birden siyaha bürünmesi, içimizdeki o son titrek umut kırıntısıyla birlikte bizi de derin bir nefes almaya zorlar. Sanki bir devrin kapanıp, yepyeninin başlayacağı o anın eşiğindeyizdir, her şey silinip, yeniden yazılacakmış gibi...
Telefonun kendi iç dünyasına çekilmesi, kapanış animasyonları... Sonra o karanlık, o belirsizlik. Sanki cihazın ruhu bedeni terk etmiş, derin bir komaya girmiş gibi. Ardından, üretici logosunun o tanıdık ışığıyla yeniden belirip, sanki uzak bir gezegenden sinyal alır gibi yavaşça parlaması... Sistem dosyaları yüklenirken ekranda beliren o döngüsel işaret, o ilerleme çubuğu, her bir milimiyle bizim de nabzımızı hızlandırır, sanki bizim de kanımız yavaş yavaş yeniden pompalanmaya başlar. Her geçen saniye bir ömür gibi uzar, acaba şimdi mi?
İşte o an! Ekran aydınlanır, PIN kodunu girmemiz istenir, o dört haneli şifre, bizi dünyaya bağlayan ilk anahtar. Ve sonra... Yavaş yavaş, sağ üst köşede, önce o boş sinyal çubukları belirir, sonra bir tanesi, iki tanesi, derken hepsi birden dolmaya başlar. Yanında operatörümüzün adı, 4G, hatta 5G ibaresi... Şebekeye yeniden bağlandık, evet, başardık! Kalbimizdeki sıkışıklık dağılır, yerine tarifsiz bir rahatlama, bir sevinç gelir. Gözlerimiz dolar, billahi dolar ya...
Ardından gelen o ses sağanağı, o titreşimler... WhatsApp mesajları, kaçırılan aramalar, e-postalar, sosyal medya bildirimleri... Sanki bir nehir yatağına kavuşmuş gibi akar gelir hepsi, bir anda geçmişle şimdiki zaman arasında köprü kurar. Yeniden var olmanın, yeniden bağlanmanın o muazzam hissi... Dünya geri döner, bizi yeniden kucaklar. Telefon artık bir ağırlık değil, bir kapıdır, bir penceredir, yaşama açılan, nefes alıp verdiğimiz o bildik düzene geri döndüğümüzün en somut kanıtıdır... Oh be, şükürler olsun...