IndigoTremolo
Kayıtlı Kullanıcı
Bir sabah uyandığında banka hesabındaki o acı tabloyla karşılaşmak... Oysa dün akşam bir nefes alıp vermişsindir belki de, yorgun argın, günün telaşından sıyrılıp. Ama yok, işte o mesaj, o bildirim, hayatının o incecik çizgisini, asgari ücretini bile nasıl da hoyratça çekiştirebildiklerini gösterir, adeta alay eder gibi. Hani insanca yaşamanın asgari bedeliydi bu, abi ya? Vallahi, insanın aklı almıyor bazen, bu nasıl bir kördüğüm, nasıl bir işleyiş…
Bir anlık şaşkınlık, ardından boğazına düğümlenen o korku... Hele de tek gelir kaynağı o maaşsa, evin kirası, çocukların kurs parası, belki o gün sofraya gelecek ekmek parası, hepsi birden buhar olup uçmuşsa. İşte o anda, o derin boşlukta, "Bu nasıl olur?" feryadıyla savrulurken, aslında kanunun o pamuk ipliği kadar ince ama çelik kadar sağlam bir koruması olduğunu bilmek... İşte o umut, o küçücük ışık, karanlığı yırtıp geçer, vallahi.
Gözünü karartıp, yüreğine düşen o ağırlığı kenara bırakıp, hemen harekete geçmekten başka çare yok. Hani, İcra ve İflas Kanunu derler ya, o ağır, o karmaşık görünen hukuk metinleri... İşte tam da orada, o kalın sayfaların arasında, İİK madde 83/a ve 83/b'nin buz gibi maddelerinde, asgari ücretin o kutsal dokunulmazlığı parlar. Bir işçinin, bir emekçinin, yani bu çarkın dönmesini sağlayan o görünmez kahramanların, o asgari yaşam hakkına kimse dokunamaz, öyle kolay kolay. Yani teknik olarak, vallahi billahi haczedilemez, haczedilememesi gerekir.
Bu karmaşık görünen hukuk mekanizmasında, itiraz kapısını açan anahtar, aslında basit bir dilekçedir, ama o dilekçenin arkasındaki hukuk bilgisi, işte orası bambaşka bir dünya... İcra Dairesi'nin o buz gibi koridorlarında, ya da icra hukuk mahkemesinin o ciddi havasında, bir hak arayışı başlıyor demektir. Hani o banka dekontları, o maaş bordroları, hepsi birer delil, birer tanık olur o anda. Adeta, "Benim hayatım bu, alın teri bu," diye haykırır, sessizce.
Peki, bu vahim hata nasıl düzeltilecek? Nereden tutmalı ipin ucunu? Derhal, ama derhal, İcra Hukuk Mahkemesi'ne koşmak icap eder. Evet, yanlış duymadınız, İcra Dairesi'nin işlemi hatalıdır, açık ve seçik, zira asgari ücret tam da bu tür durumlara karşı bir zırh gibidir; yaşamın en temel direği. Haczedilen kısmın asgari ücrete tekabül ettiğini, bu meblağın yasal sınırları aştığını, hatta tamamen hukuka aykırı olduğunu izah eden o sihirli cümleler... Dilekçenin her satırı, hukuksal bir kalkan, adeta.
Haczedilemezlik şikayeti denir buna, teknik dilde. İcra takibi kesinleşmiş olsa bile, alacaklı alacağını tahsil etme gayretinde olsa da, o asgari ücretin üzerine çizgi çekilemez. Kanun koyucu, açıkça belirtmiş, "borçlunun ve ailesinin geçimi için zaruri olan eşya ve paranın haczedilemeyeceğini." Asgari ücret de tam olarak budur, değil mi? Zaten, neyin zaruri olup olmadığı üzerine tartışma götürmeyecek kadar net.
Bir de şu var: İtiraz süresi, vallahi billahi, hayati önem taşır. Öyle haftalarca, aylarca beklemek yok. Maaşın haczedildiğini öğrendiğin andan itibaren yedi gün içinde... Evet, sadece yedi gün. Bu süre, çoğu zaman avukatla çalışmanın, bu hukuk labirentinde yolunu kaybetmemenin ne denli önemli olduğunu gösterir. Zira, o ince detaylar, o virgüller bile kaderini değiştirebilir bazen.
Yeri gelmişken, bazı uyanık alacaklılar, "Aşmayan kısım haczedilemez" kuralını esnetmeye çalışır, hani o maaşın sadece asgari ücrete tekabül eden kısmının haczedilemeyeceği, üstünün ise alınabileceği... Ama asgari ücretle çalışan birinin, "üstü" diye bir lüksü mü olur, abi? İşte o ince çizgi, o matematiksel hesap, yine dönüp dolaşıp İcra Hukuk Mahkemesi'nin kapısını çaldırır sana. Hâkimin adil terazisinde tartılır her şey, orada belli olur kimin haklı kimin haksız olduğu.
Oysa, işin özünde, herkesin bir nefes alıp vermeye, insanca yaşamaya hakkı var. Bir borçlunun da onuru, ailesinin geleceği, yarınlara dair umudu, işte o asgari ücretin haczedilemezliği ilkesiyle korunur. Adaletin o soğuk yüzü, bu gibi durumlarda bir nebze de olsa tebessüm eder, insana o kaybedilmiş hissi veren toprağı geri verir. Mücadele etmek, hakkını aramak, en önemlisi de hukukun bu ince ama sağlam koruyucu duvarının varlığına inanmak... Gerisi, vallahi billahi, çorap söküğü gibi gelir, sadece doğru adımı atmak gerekir.
Bir anlık şaşkınlık, ardından boğazına düğümlenen o korku... Hele de tek gelir kaynağı o maaşsa, evin kirası, çocukların kurs parası, belki o gün sofraya gelecek ekmek parası, hepsi birden buhar olup uçmuşsa. İşte o anda, o derin boşlukta, "Bu nasıl olur?" feryadıyla savrulurken, aslında kanunun o pamuk ipliği kadar ince ama çelik kadar sağlam bir koruması olduğunu bilmek... İşte o umut, o küçücük ışık, karanlığı yırtıp geçer, vallahi.
Gözünü karartıp, yüreğine düşen o ağırlığı kenara bırakıp, hemen harekete geçmekten başka çare yok. Hani, İcra ve İflas Kanunu derler ya, o ağır, o karmaşık görünen hukuk metinleri... İşte tam da orada, o kalın sayfaların arasında, İİK madde 83/a ve 83/b'nin buz gibi maddelerinde, asgari ücretin o kutsal dokunulmazlığı parlar. Bir işçinin, bir emekçinin, yani bu çarkın dönmesini sağlayan o görünmez kahramanların, o asgari yaşam hakkına kimse dokunamaz, öyle kolay kolay. Yani teknik olarak, vallahi billahi haczedilemez, haczedilememesi gerekir.
Bu karmaşık görünen hukuk mekanizmasında, itiraz kapısını açan anahtar, aslında basit bir dilekçedir, ama o dilekçenin arkasındaki hukuk bilgisi, işte orası bambaşka bir dünya... İcra Dairesi'nin o buz gibi koridorlarında, ya da icra hukuk mahkemesinin o ciddi havasında, bir hak arayışı başlıyor demektir. Hani o banka dekontları, o maaş bordroları, hepsi birer delil, birer tanık olur o anda. Adeta, "Benim hayatım bu, alın teri bu," diye haykırır, sessizce.
Peki, bu vahim hata nasıl düzeltilecek? Nereden tutmalı ipin ucunu? Derhal, ama derhal, İcra Hukuk Mahkemesi'ne koşmak icap eder. Evet, yanlış duymadınız, İcra Dairesi'nin işlemi hatalıdır, açık ve seçik, zira asgari ücret tam da bu tür durumlara karşı bir zırh gibidir; yaşamın en temel direği. Haczedilen kısmın asgari ücrete tekabül ettiğini, bu meblağın yasal sınırları aştığını, hatta tamamen hukuka aykırı olduğunu izah eden o sihirli cümleler... Dilekçenin her satırı, hukuksal bir kalkan, adeta.
Haczedilemezlik şikayeti denir buna, teknik dilde. İcra takibi kesinleşmiş olsa bile, alacaklı alacağını tahsil etme gayretinde olsa da, o asgari ücretin üzerine çizgi çekilemez. Kanun koyucu, açıkça belirtmiş, "borçlunun ve ailesinin geçimi için zaruri olan eşya ve paranın haczedilemeyeceğini." Asgari ücret de tam olarak budur, değil mi? Zaten, neyin zaruri olup olmadığı üzerine tartışma götürmeyecek kadar net.
Bir de şu var: İtiraz süresi, vallahi billahi, hayati önem taşır. Öyle haftalarca, aylarca beklemek yok. Maaşın haczedildiğini öğrendiğin andan itibaren yedi gün içinde... Evet, sadece yedi gün. Bu süre, çoğu zaman avukatla çalışmanın, bu hukuk labirentinde yolunu kaybetmemenin ne denli önemli olduğunu gösterir. Zira, o ince detaylar, o virgüller bile kaderini değiştirebilir bazen.
Yeri gelmişken, bazı uyanık alacaklılar, "Aşmayan kısım haczedilemez" kuralını esnetmeye çalışır, hani o maaşın sadece asgari ücrete tekabül eden kısmının haczedilemeyeceği, üstünün ise alınabileceği... Ama asgari ücretle çalışan birinin, "üstü" diye bir lüksü mü olur, abi? İşte o ince çizgi, o matematiksel hesap, yine dönüp dolaşıp İcra Hukuk Mahkemesi'nin kapısını çaldırır sana. Hâkimin adil terazisinde tartılır her şey, orada belli olur kimin haklı kimin haksız olduğu.
Oysa, işin özünde, herkesin bir nefes alıp vermeye, insanca yaşamaya hakkı var. Bir borçlunun da onuru, ailesinin geleceği, yarınlara dair umudu, işte o asgari ücretin haczedilemezliği ilkesiyle korunur. Adaletin o soğuk yüzü, bu gibi durumlarda bir nebze de olsa tebessüm eder, insana o kaybedilmiş hissi veren toprağı geri verir. Mücadele etmek, hakkını aramak, en önemlisi de hukukun bu ince ama sağlam koruyucu duvarının varlığına inanmak... Gerisi, vallahi billahi, çorap söküğü gibi gelir, sadece doğru adımı atmak gerekir.