CrimsonLinen
Kayıtlı Kullanıcı
Yine mi bu doğrulama ekranı karşına çıktı? Hani o, "güvenliğiniz için" diye başlayıp sonra seni bir girdabın içine çeken o can sıkıcı süreç... Sanki dünyanın en basit işini yapmaya çalışıyorsun ama her adımda bir duvarla karşılaşıyorsun. Bir şifremi unuttum tuşuna basmakla başlayan, sonu gelmeyen bir labirentin içine düşüyorsun sanki. Hesabın senin, bilgiler senin, ama yine de "kanıtla bakalım kimsin sen?" der gibi yüzüne bakıyor o dijital sistemler. İlk başta sadece ufak bir aksilik gibi geliyor, 'hallederim ben şimdi' diyorsun kendine, ama işin rengi çok başka bir yere gidiyor...
Ve sonrası, o meşhur müşteri hizmetleri hattına bağlanma çabası... Telefonu eline aldığında, hani o anonslar yok mu, "menümüz güncellenmiştir" diye başlayan, seni daldan dala savuran, tuşlamaktan parmaklarını ağrıtan sesler... Sanki bilerek yapıyorlar gibi, değil mi? Dakikalarca bekliyorsun, o sıkıcı müzik beyninde yankılanıyor, bir yandan da içinden "Acaba yanlış numarayı mı aradım, yoksa bu şirketin kimseye ulaşmak istemeyen bir politikası mı var?" diye geçiriyorsun. Sonunda bir insan sesi duyduğunda, derin bir oh çekiyorsun ama asıl macera daha yeni başlıyor, çünkü karşıdaki o ses, aslında senle aynı gezegende yaşamıyor gibi...
İşte o an, karşıdaki temsilci, seninle konuşmaya başladığında... Sen, bütün derdini, olanca dramatikliğiyle anlatmaya çalışıyorsun. Kaybolan hesap, yetişilemeyen son teslim tarihi, o hesapta kalan önemli bilgiler... Ama o, bir robot gibi, belirli kalıplar içinde konuşuyor, soruları belli bir sıraya göre soruyor. Sanki elinde bir kontrol listesi var ve senden "evet" ya da "hayır" dışına çıkmayan yanıtlar bekliyor. Durumu açıklıyorsun, "efendim şöyle oldu, böyle gelişti," diyorsun, ama o "güvenliğiniz için bazı bilgileri teyit etmemiz gerekiyor" diye ezberden konuşmaya devam ediyor. Sanki senin o anki çaresizliğini, öfkeni hiç duymuyor, hiç hissetmiyor gibi... Ne kadar da yalnız hissettiriyor o anda değil mi, tam da bir insandan empati beklerken...
Bazen de öyle absürt taleplerle geliyorlar ki, "Yok artık!" demekten kendini alamıyorsun. Hani o yıllar önce kullandığın, belki de yirmi yıl önceki bir e-posta adresini veya o e-posta adresinin bağlı olduğu ilk telefon numarasını soruyorlar ya... Kim hatırlasın böyle şeyleri Allah aşkına? Sanki bir zaman tünelinde yolculuk yapmanı bekliyorlar senden. Eski kimlik kartının taranmış halini mi istersin, yoksa on yıl önceki ikametgah belgeni mi? Vallahi billahi, insan şaka yapıyorlar sanır bazen. Sanki bilerek işi yokuşa sürüyorlar, belki de "bırakıp gitsin" diye... Bu kadar uğraşmak yerine yeni bir hesap açmak bile daha kolay görünmeye başlıyor, ama içinde o yılların emeği olan hesabı nasıl bırakırsın ki?
Sonra tekrar, ve tekrar... Aynı bilgileri defalarca farklı temsilcilere anlatıyorsun. Her seferinde baştan alıyorsun hikayeni, her seferinde yeni bir umutla başlıyorsun ama sonuç yine aynı. Her temsilci, öncekiyle bağlantısı kopmuş, bambaşka bir evrenden gelmiş gibi davranıyor. Bir önceki görüşmede kaydedildiği söylenen notlar nerede, verilen sözler nerede? Hepsi buhar olup uçmuş gibi. Saatler geçiyor, günlerin belki de en verimli saatlerini bu anlamsız döngüye harcıyorsun. Telefon kulağında, bir elinde klavye, diğer elinde kimlik belgesi... Sanki sınavdasın, ama geçsen de pek bir şey değişmeyecek gibi bir his... Bazen öyle bir an geliyor ki, sırf bu çilenin bitmesi için her şeyi bırakıp gitmek istiyorsun... Abi ya, vallahi sabır taşı çatlıyor insanının...
Ve en kötüsü de ne biliyor musun? Bu sistem, seni sadece bir sorun olarak görüyor. Bir birey olarak değil, bir "vaka" olarak. Duyguların, zamanın, yaşadığın mağduriyetin hiçbir önemi yok. Sadece kuralların, protokollerin, güvenlik duvarlarının arkasına saklanmış bir dizi işlem var. Sanki dünyanın en önemli şeyi senin hesabının doğruluk kontrolüymüş gibi, ama aslında kimsenin hayatı senin hesaba erişebilmenle değişmeyecek... Bu durum, teknolojinin insanı ne kadar yalnızlaştırabildiğini, ne kadar çaresiz bırakabildiğini gösteriyor. Koca bir dijital devin karşısında minicik kalıyorsun, sesini duyurmaya çalışıyorsun ama sanki hiç yokmuşsun gibi... Belki de bu kadar gelişmiş bir dünyada, insan olmanın tanımı yeniden yapılmalı, kim bilir...
Ve sonrası, o meşhur müşteri hizmetleri hattına bağlanma çabası... Telefonu eline aldığında, hani o anonslar yok mu, "menümüz güncellenmiştir" diye başlayan, seni daldan dala savuran, tuşlamaktan parmaklarını ağrıtan sesler... Sanki bilerek yapıyorlar gibi, değil mi? Dakikalarca bekliyorsun, o sıkıcı müzik beyninde yankılanıyor, bir yandan da içinden "Acaba yanlış numarayı mı aradım, yoksa bu şirketin kimseye ulaşmak istemeyen bir politikası mı var?" diye geçiriyorsun. Sonunda bir insan sesi duyduğunda, derin bir oh çekiyorsun ama asıl macera daha yeni başlıyor, çünkü karşıdaki o ses, aslında senle aynı gezegende yaşamıyor gibi...
İşte o an, karşıdaki temsilci, seninle konuşmaya başladığında... Sen, bütün derdini, olanca dramatikliğiyle anlatmaya çalışıyorsun. Kaybolan hesap, yetişilemeyen son teslim tarihi, o hesapta kalan önemli bilgiler... Ama o, bir robot gibi, belirli kalıplar içinde konuşuyor, soruları belli bir sıraya göre soruyor. Sanki elinde bir kontrol listesi var ve senden "evet" ya da "hayır" dışına çıkmayan yanıtlar bekliyor. Durumu açıklıyorsun, "efendim şöyle oldu, böyle gelişti," diyorsun, ama o "güvenliğiniz için bazı bilgileri teyit etmemiz gerekiyor" diye ezberden konuşmaya devam ediyor. Sanki senin o anki çaresizliğini, öfkeni hiç duymuyor, hiç hissetmiyor gibi... Ne kadar da yalnız hissettiriyor o anda değil mi, tam da bir insandan empati beklerken...
Bazen de öyle absürt taleplerle geliyorlar ki, "Yok artık!" demekten kendini alamıyorsun. Hani o yıllar önce kullandığın, belki de yirmi yıl önceki bir e-posta adresini veya o e-posta adresinin bağlı olduğu ilk telefon numarasını soruyorlar ya... Kim hatırlasın böyle şeyleri Allah aşkına? Sanki bir zaman tünelinde yolculuk yapmanı bekliyorlar senden. Eski kimlik kartının taranmış halini mi istersin, yoksa on yıl önceki ikametgah belgeni mi? Vallahi billahi, insan şaka yapıyorlar sanır bazen. Sanki bilerek işi yokuşa sürüyorlar, belki de "bırakıp gitsin" diye... Bu kadar uğraşmak yerine yeni bir hesap açmak bile daha kolay görünmeye başlıyor, ama içinde o yılların emeği olan hesabı nasıl bırakırsın ki?
Sonra tekrar, ve tekrar... Aynı bilgileri defalarca farklı temsilcilere anlatıyorsun. Her seferinde baştan alıyorsun hikayeni, her seferinde yeni bir umutla başlıyorsun ama sonuç yine aynı. Her temsilci, öncekiyle bağlantısı kopmuş, bambaşka bir evrenden gelmiş gibi davranıyor. Bir önceki görüşmede kaydedildiği söylenen notlar nerede, verilen sözler nerede? Hepsi buhar olup uçmuş gibi. Saatler geçiyor, günlerin belki de en verimli saatlerini bu anlamsız döngüye harcıyorsun. Telefon kulağında, bir elinde klavye, diğer elinde kimlik belgesi... Sanki sınavdasın, ama geçsen de pek bir şey değişmeyecek gibi bir his... Bazen öyle bir an geliyor ki, sırf bu çilenin bitmesi için her şeyi bırakıp gitmek istiyorsun... Abi ya, vallahi sabır taşı çatlıyor insanının...
Ve en kötüsü de ne biliyor musun? Bu sistem, seni sadece bir sorun olarak görüyor. Bir birey olarak değil, bir "vaka" olarak. Duyguların, zamanın, yaşadığın mağduriyetin hiçbir önemi yok. Sadece kuralların, protokollerin, güvenlik duvarlarının arkasına saklanmış bir dizi işlem var. Sanki dünyanın en önemli şeyi senin hesabının doğruluk kontrolüymüş gibi, ama aslında kimsenin hayatı senin hesaba erişebilmenle değişmeyecek... Bu durum, teknolojinin insanı ne kadar yalnızlaştırabildiğini, ne kadar çaresiz bırakabildiğini gösteriyor. Koca bir dijital devin karşısında minicik kalıyorsun, sesini duyurmaya çalışıyorsun ama sanki hiç yokmuşsun gibi... Belki de bu kadar gelişmiş bir dünyada, insan olmanın tanımı yeniden yapılmalı, kim bilir...