Elinde sıfır parlayan o kutu, gümrük kapısından içeri girerken bile bir başka parlar, bilirsin... O kutunun içinde sadece bir telefon değil, bir dünya vaadi, belki sevdiklerinle daha kolay iletişim, belki işlerini halletme kolaylığı var. Ama o kapıdan içeri adımını attığın an, bir anda zihnine bir gölge düşer: IMEI kaydı... Ve o kaydın, sıradan bir form doldurmaktan çok daha fazlası olduğunu acı bir tecrübeyle öğrenenlerden misin sen de? Ben de o yolu yürümüş, o labirentte kaybolmuş biriyim, o yüzden bu yazdıklarım sadece kelime değil, yaşanmışlık kokar vallahi.
Vergi dairesi dediğin yer, hele de yabancı pasaportla getirilmiş bir cihazın kaydı için yolun düştüğünde, sanki başka bir evrenin kapısı gibi açılır önüne, değil mi? O soğuk, resmi havayı teneffüs ederken, "Ben şimdi ne yapacağım abi ya?" sorusu beyninde yankılanır durur. Bir yandan "aman yanlış bir şey yapmayayım" korkusu, diğer yandan o meblağı ödemenin getirdiği hafif hüzün... İnsanın aklına mukayyet olması ne kadar zor, inanın... Hani bir umutla başlarsın sürece, sonra bir bakmışsın, o umut yerini yorgun bir bekleyişe bırakmış...
Bir sabah, o meşum dilekçeler, pasaport fotokopileri ve e-devletten alınan o "cihaz kayıt hakkı" belgesiyle yola düşersin... İçin içini yer, acaba eksik bir evrak var mıdır, görevli ne der, doğru bankayı bulabilecek miyim diye? İşte o an, valizdeki telefonun bir kâğıt parçasından ibaret olmadığını anlarsın, asıl yükün o makbuzda saklı olduğunu... O ödeme, sadece bir sayıdan ibaret değil, aynı zamanda bir sabır sınavıdır, bir bürokrasi labirentinde yol bulma çabasıdır, vallahi öyle. Her adımın bir gizemi var sanki, çözülmesi gereken...
Ödemeyi nereye yapacağını bilmek bile başlı başına bir derttir bazen, abi ya. Herkes bir şey söyler; banka şubesi mi, online ödeme mi, yoksa direkt vergi dairesinin içindeki o minik vezne mi? Ben şahsen, o soğuk banka koridorlarında beklerken, "Acaba doğru yere mi geldim?" diye kaç kere kendi kendime sorduğumu bilirim... O tereddüt, o belirsizlik... İnsanı yorar, hem de nasıl yorar... Sanki görünmez bir ipucu avında gibisin, peşinden koştuğun bir belge...
Nihayet o makbuz eline tutuşturulduğunda, sanki sırtından tonlarca yük kalkmış gibi hissedersin... O anki rahatlama paha biçilemez. Bir oh çekersin, derince... Ama iş bitmedi daha, vallahi billahi bitmedi. O makbuzla tekrar yola düşmen, E-devlet üzerinden o kaydı tamamlaman gerek... "Daha ne çileler çekeceğim ben?" der gibi bakarsın etrafa... O son adımlar, adeta bir maratonun son deparı gibidir, tükenmiş ama bitirmeye kararlı, sadece o telefonun açılmasını, yasal olarak kullanılabilmesini istersin.
Yani demek istediğim şu, öyle sıradan bir işlem değil bu, basit bir form doldurma sanmayın sakın. Her adımın, her detayın kendine has bir hikayesi, bir zorluğu var. Tecrübe konuşuyor burada, yılların gazetecilik damarımla söylüyorum; bu süreç, sadece vergiyi ödemek değil, aynı zamanda o ülkenin bürokrasisini, onun inceliklerini, hatta zaman zaman anlamsızlıklarını bizzat deneyimlemek demek... Ve bu deneyim, o yeni telefonun sana vereceği keyfin bir bedeli... Ağır bir bedel, kabul edelim. Ama işte o "bedel ödendi" hissi, o son onay mesajı geldiğinde, tüm o yorgunluğu silip süpürüyor, değil mi... Bir zafer hissi gibi...
Vergi dairesi dediğin yer, hele de yabancı pasaportla getirilmiş bir cihazın kaydı için yolun düştüğünde, sanki başka bir evrenin kapısı gibi açılır önüne, değil mi? O soğuk, resmi havayı teneffüs ederken, "Ben şimdi ne yapacağım abi ya?" sorusu beyninde yankılanır durur. Bir yandan "aman yanlış bir şey yapmayayım" korkusu, diğer yandan o meblağı ödemenin getirdiği hafif hüzün... İnsanın aklına mukayyet olması ne kadar zor, inanın... Hani bir umutla başlarsın sürece, sonra bir bakmışsın, o umut yerini yorgun bir bekleyişe bırakmış...
Bir sabah, o meşum dilekçeler, pasaport fotokopileri ve e-devletten alınan o "cihaz kayıt hakkı" belgesiyle yola düşersin... İçin içini yer, acaba eksik bir evrak var mıdır, görevli ne der, doğru bankayı bulabilecek miyim diye? İşte o an, valizdeki telefonun bir kâğıt parçasından ibaret olmadığını anlarsın, asıl yükün o makbuzda saklı olduğunu... O ödeme, sadece bir sayıdan ibaret değil, aynı zamanda bir sabır sınavıdır, bir bürokrasi labirentinde yol bulma çabasıdır, vallahi öyle. Her adımın bir gizemi var sanki, çözülmesi gereken...
Ödemeyi nereye yapacağını bilmek bile başlı başına bir derttir bazen, abi ya. Herkes bir şey söyler; banka şubesi mi, online ödeme mi, yoksa direkt vergi dairesinin içindeki o minik vezne mi? Ben şahsen, o soğuk banka koridorlarında beklerken, "Acaba doğru yere mi geldim?" diye kaç kere kendi kendime sorduğumu bilirim... O tereddüt, o belirsizlik... İnsanı yorar, hem de nasıl yorar... Sanki görünmez bir ipucu avında gibisin, peşinden koştuğun bir belge...
Nihayet o makbuz eline tutuşturulduğunda, sanki sırtından tonlarca yük kalkmış gibi hissedersin... O anki rahatlama paha biçilemez. Bir oh çekersin, derince... Ama iş bitmedi daha, vallahi billahi bitmedi. O makbuzla tekrar yola düşmen, E-devlet üzerinden o kaydı tamamlaman gerek... "Daha ne çileler çekeceğim ben?" der gibi bakarsın etrafa... O son adımlar, adeta bir maratonun son deparı gibidir, tükenmiş ama bitirmeye kararlı, sadece o telefonun açılmasını, yasal olarak kullanılabilmesini istersin.
Yani demek istediğim şu, öyle sıradan bir işlem değil bu, basit bir form doldurma sanmayın sakın. Her adımın, her detayın kendine has bir hikayesi, bir zorluğu var. Tecrübe konuşuyor burada, yılların gazetecilik damarımla söylüyorum; bu süreç, sadece vergiyi ödemek değil, aynı zamanda o ülkenin bürokrasisini, onun inceliklerini, hatta zaman zaman anlamsızlıklarını bizzat deneyimlemek demek... Ve bu deneyim, o yeni telefonun sana vereceği keyfin bir bedeli... Ağır bir bedel, kabul edelim. Ama işte o "bedel ödendi" hissi, o son onay mesajı geldiğinde, tüm o yorgunluğu silip süpürüyor, değil mi... Bir zafer hissi gibi...