CrimsonMandolin
Kayıtlı Kullanıcı
KYC Selfie Hatası: Işığımı Değiştirdim, Onay Geldi.
Yine, bir kez daha o e-posta ekranına takılmıştım, gözlerim o lanet olası 'reddedildi' kelimesine kilitlenmişti. İçimden bir ses 'yine mi ya!' diye bağırdı. Yatırım platformuna kaydolmaya çalışıyorum, saatlerdir uğraşıyorum, her seferinde selfie aşamasında takılıyorum. Sanki ekrandan değil de, ruhumdan bir parça istiyorlardı da veremiyormuşum gibi... Ne suratımdaki ifade yetiyordu, ne arka plandaki kitaplığım. Bir an geldi, dedim ki kendi kendime, "Acaba uzaylı falan mıyım da benim kimliğimi kabul etmiyorlar?" Vallahi billahi, insan bir noktadan sonra deliriyor abi ya.
O telefonun ön kamerasını bin bir çabayla tekrar açtım, titreyen ellerimle. Sağdan çektim olmadı, soldan denedim yok. Biraz yukarıdan, hafif aşağı eğerek... Saçıma çeki düzen verdim, gözlerimi daha bir açtım, hatta tebessüm etmeye çalıştım, oysa içim kan ağlıyordu. Sanki bu yapay gülücük, o yapay zekayı kandırabilecekmiş gibi... Ne boş bir uğraş, ne saçmalık bu ya! O anki çaresizliğimi bir görseniz... Sanki banka hesabıma değil de, tüm birikimimin kaderine el koymuşlardı.
İşte tam o umutsuzluğun en dibindeyken, gözüm odanın köşesine kaydı. Pencereden vuran öğleden sonra güneşi, perdeyi yararak içeri süzülüyordu. Loş bir köşede, sanki karanlıkta kaybolmuş bir siluet gibi durduğumu fark ettim. Birden aklıma dank etti, "Ulan," dedim, "bütün mesele ışık mıydı yoksa?" Yıllarca bu işin içinde olmuş bir gazeteci olarak, fotoğrafın ne denli önemli olduğunu bilirdim ama bu KYC saçmalığında bunu nasıl atladım... Kendime kızmaktan yoruldum.
Elimde telefonla bir hışımla pencerenin önüne koştum. Güneş ışığı direkt yüzüme vurmasın diye hafifçe döndüm, ışığı olabildiğince yaygın ve yumuşak hale getirmeye çalıştım. O anda telefonun ekranındaki görüntüm bir anda değişti. Sanki üzerimden bir ağırlık kalkmıştı, yüzümdeki her bir hat, gözlerimdeki parıltı, saçlarımın rengi... hepsi belirginleşmişti. İşte bu, dedim. Bu sefer olacak. Bir mucize gibiydi sanki, o bulanık, silik görüntü gitmiş, yerine canlı, net bir portre gelmişti.
Nefesimi tutarak, parmağım o 'onayla' tuşuna gitti. Sanki kalbimin atışını durdurabilmek için çabaladım o an. Gönderdim. Ve sonra o dayanılmaz bekleyiş... Dakikalar geçmek bilmedi, her saniye bir ömür gibiydi. E-posta kutumu belki yüz kere kontrol ettim. Sonunda, o sesi duydum... O bildirim sesi... Açtım, ve o anki rahatlama... "Kimliğiniz onaylandı." Oh be! Vallahi billahi, gözlerim doldu, yemin ederim.
Sonra oturup düşündüm, bu basit ama etkili çözümün ardında ne vardı? Aslında tamamen teknik bir meseleydi bu. Telefon kamerası, özellikle öne bakan kameralar, ışık kontrastına karşı oldukça hassastır. Yetersiz ışıkta, özellikle arkadan gelen ya da çok direkt bir ışıkta, yüz hatlarınız gölgede kalır, detaylar kaybolur. Yapay zeka da sizi tanımakta zorlanır, çünkü yüzünüzün ayırt edici özelliklerini net bir şekilde algılayamaz. Gri tonlamalar, bulanıklık, hepsi birer 'reddetme' sebebi oluyor. İşte benim derdim de buydu, farkında olmadan karanlıkta kalmıştım.
Bu deneyimden sonra, KYC selfie’leri konusunda adeta bir aydınlanma yaşadım. Mesela, asla direkt güneş ışığında ya da çok güçlü bir spot ışığında çekim yapmayın. Bu, yüzünüzde sert gölgeler oluşturur, bazen de aşırı parlamalara neden olur. En ideali, pencere kenarı gibi doğal ve dağınık bir ışık kaynağı kullanmak. Mümkünse, ışığın yüzünüze eşit dağılmasını sağlayın. Arka planın da sade ve tek renk olması önemli, dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey olmamalı. Abartısız, doğal bir ifadeyle, kameraya direkt bakın... Sanki ruhunuzu veriyormuşsunuz gibi değil de, sadece kimliğinizi gösteriyormuşsunuz gibi.
Sonuçta, bu dijital çağda, algoritmaların bizi tanıması, bazen en basit, en temel insan ihtiyaçlarımızdan bile daha karmaşık hale gelebiliyor. Ama unutmayın, o ekranın diğer tarafında bir makine olsa da, onu tasarlayanlar da insanlar. Ve o makine, sizin en net, en belirgin halinizi istiyor. Tıpkı bir fotoğrafçı gibi, doğru ışığı arayın. İnancımı kaybetmek üzereyken bulduğum o ışık, sadece selfie'mi onaylatmakla kalmadı, aynı zamanda dijital dünyayla olan tuhaf ilişkimde bana küçük bir ders verdi. Bazen çözümler, en basit ve en gözümüzün önündeki yerlerde gizlidir, sadece doğru yere bakmayı bilmek gerekir...
Yine, bir kez daha o e-posta ekranına takılmıştım, gözlerim o lanet olası 'reddedildi' kelimesine kilitlenmişti. İçimden bir ses 'yine mi ya!' diye bağırdı. Yatırım platformuna kaydolmaya çalışıyorum, saatlerdir uğraşıyorum, her seferinde selfie aşamasında takılıyorum. Sanki ekrandan değil de, ruhumdan bir parça istiyorlardı da veremiyormuşum gibi... Ne suratımdaki ifade yetiyordu, ne arka plandaki kitaplığım. Bir an geldi, dedim ki kendi kendime, "Acaba uzaylı falan mıyım da benim kimliğimi kabul etmiyorlar?" Vallahi billahi, insan bir noktadan sonra deliriyor abi ya.
O telefonun ön kamerasını bin bir çabayla tekrar açtım, titreyen ellerimle. Sağdan çektim olmadı, soldan denedim yok. Biraz yukarıdan, hafif aşağı eğerek... Saçıma çeki düzen verdim, gözlerimi daha bir açtım, hatta tebessüm etmeye çalıştım, oysa içim kan ağlıyordu. Sanki bu yapay gülücük, o yapay zekayı kandırabilecekmiş gibi... Ne boş bir uğraş, ne saçmalık bu ya! O anki çaresizliğimi bir görseniz... Sanki banka hesabıma değil de, tüm birikimimin kaderine el koymuşlardı.
İşte tam o umutsuzluğun en dibindeyken, gözüm odanın köşesine kaydı. Pencereden vuran öğleden sonra güneşi, perdeyi yararak içeri süzülüyordu. Loş bir köşede, sanki karanlıkta kaybolmuş bir siluet gibi durduğumu fark ettim. Birden aklıma dank etti, "Ulan," dedim, "bütün mesele ışık mıydı yoksa?" Yıllarca bu işin içinde olmuş bir gazeteci olarak, fotoğrafın ne denli önemli olduğunu bilirdim ama bu KYC saçmalığında bunu nasıl atladım... Kendime kızmaktan yoruldum.
Elimde telefonla bir hışımla pencerenin önüne koştum. Güneş ışığı direkt yüzüme vurmasın diye hafifçe döndüm, ışığı olabildiğince yaygın ve yumuşak hale getirmeye çalıştım. O anda telefonun ekranındaki görüntüm bir anda değişti. Sanki üzerimden bir ağırlık kalkmıştı, yüzümdeki her bir hat, gözlerimdeki parıltı, saçlarımın rengi... hepsi belirginleşmişti. İşte bu, dedim. Bu sefer olacak. Bir mucize gibiydi sanki, o bulanık, silik görüntü gitmiş, yerine canlı, net bir portre gelmişti.
Nefesimi tutarak, parmağım o 'onayla' tuşuna gitti. Sanki kalbimin atışını durdurabilmek için çabaladım o an. Gönderdim. Ve sonra o dayanılmaz bekleyiş... Dakikalar geçmek bilmedi, her saniye bir ömür gibiydi. E-posta kutumu belki yüz kere kontrol ettim. Sonunda, o sesi duydum... O bildirim sesi... Açtım, ve o anki rahatlama... "Kimliğiniz onaylandı." Oh be! Vallahi billahi, gözlerim doldu, yemin ederim.
Sonra oturup düşündüm, bu basit ama etkili çözümün ardında ne vardı? Aslında tamamen teknik bir meseleydi bu. Telefon kamerası, özellikle öne bakan kameralar, ışık kontrastına karşı oldukça hassastır. Yetersiz ışıkta, özellikle arkadan gelen ya da çok direkt bir ışıkta, yüz hatlarınız gölgede kalır, detaylar kaybolur. Yapay zeka da sizi tanımakta zorlanır, çünkü yüzünüzün ayırt edici özelliklerini net bir şekilde algılayamaz. Gri tonlamalar, bulanıklık, hepsi birer 'reddetme' sebebi oluyor. İşte benim derdim de buydu, farkında olmadan karanlıkta kalmıştım.
Bu deneyimden sonra, KYC selfie’leri konusunda adeta bir aydınlanma yaşadım. Mesela, asla direkt güneş ışığında ya da çok güçlü bir spot ışığında çekim yapmayın. Bu, yüzünüzde sert gölgeler oluşturur, bazen de aşırı parlamalara neden olur. En ideali, pencere kenarı gibi doğal ve dağınık bir ışık kaynağı kullanmak. Mümkünse, ışığın yüzünüze eşit dağılmasını sağlayın. Arka planın da sade ve tek renk olması önemli, dikkatinizi dağıtacak hiçbir şey olmamalı. Abartısız, doğal bir ifadeyle, kameraya direkt bakın... Sanki ruhunuzu veriyormuşsunuz gibi değil de, sadece kimliğinizi gösteriyormuşsunuz gibi.
Sonuçta, bu dijital çağda, algoritmaların bizi tanıması, bazen en basit, en temel insan ihtiyaçlarımızdan bile daha karmaşık hale gelebiliyor. Ama unutmayın, o ekranın diğer tarafında bir makine olsa da, onu tasarlayanlar da insanlar. Ve o makine, sizin en net, en belirgin halinizi istiyor. Tıpkı bir fotoğrafçı gibi, doğru ışığı arayın. İnancımı kaybetmek üzereyken bulduğum o ışık, sadece selfie'mi onaylatmakla kalmadı, aynı zamanda dijital dünyayla olan tuhaf ilişkimde bana küçük bir ders verdi. Bazen çözümler, en basit ve en gözümüzün önündeki yerlerde gizlidir, sadece doğru yere bakmayı bilmek gerekir...