PrismAccordion
Kayıtlı Kullanıcı
Bir sabah, tapu kayıtlarına bir baktınız ya da trafikte bir işlem yapacaktınız, çat diye karşınıza bir haciz şerhi çıktı. Aman Allah'ım! İşte o an, insanı bir soğuk ter basar, eliniz ayağınız dolaşır. Vergi dairesinden gelen, o çoğu zaman tebliğ edilmemiş görünen borç, mallarınızın üzerine bir gölge gibi düşmüş, kımıldayamaz hale getirmiş sizi. Peki borç ödendi, peki borç kapandı... Oh be, kurtuldum mu? Yahu ne sandın! Daha yolun yarısına bile gelmedin abi ya. O "haciz kaldırma yazısı" denen lanet olası kağıdı almak, inan ki borcu ödemekten bazen daha meşakkatli bir süreç.
Vergi dairesi dediğin kurum, amme alacağını tahsil ederken aslan kesilir, varlıklarının üzerine kaba tabirle bir pençe atar, doğrudur. Ama iş o pençeyi çekmeye gelince... İşte orada işler çetrefilleşir, bürokrasi denen o devasa çark, ağır ağır dönmeye başlar. Sanki o borcu ödeyen sen değilmişsin gibi, sanki o haciz şerhinin varlığı onların umrunda değilmiş gibi bir hava eser o koridorlarda. Öyle ya, onlar alacağını almış, gerisi teferruat... mı?
Bir defa, bilmen gereken ilk şey şu: Sen o borcu ödediysen, tahsilat makbuzun elindeyse, bu sadece ilk adımdır. O makbuz, senin vergi dairesi ile olan finansal bağının koptuğunu gösterir, evet. Ama elektronik sistemler, hele ki Türkiye'deki haliyle, otomatik olarak "ödendi, haciz kalksın" demez, diyemez. Ortada resmi bir talep, bir dilekçe olmak zorunda. Hatta bazen o borcu tahsil eden dairenin kendi iç yazışmaları bile yeterli olmaz, bir de senin kovalayışın gerekir.
Ne yazacaksın dilekçeye? Gayet tabii borcun kapandığını, o meşum haciz şerhinin kaldırılmasını talep ettiğini... E, kolay mı sanıyorsun? Vergi kimlik numaran, TC kimlik numaran, hacze konu olan malın türü (taşınmazsa tapu bilgileri, araçsa plaka ve şasi numarası), borç numarası, ödeme tarihi ve tahsilat makbuzu bilgileri... Bunların hepsi eksiksiz, noksansız yer almalı o tek sayfalık "kurtuluş fermanı" taslağında. Sanki baştan beri tüm bu bilgileri kendileri kaydetmemiş gibi, sanki o sistemde bir tuşa basınca çıkmıyormuş gibi senden tekrar tekrar istenir bunlar. Agresif mi? Haklı bir isyan bu.
Sonra ne oluyor? O dilekçe, ilgili servis şefinin masasına düşüyor. Oradan bir başka memura havale ediliyor, o memur arşivleri tarıyor, borcun gerçekten ödenip ödenmediğini bir daha kontrol ediyor. Sanki sen sahte makbuzla gelmişsin gibi... Ya da belki de öyleler, kimbilir? Bir denetim mekanizması mı bu, yoksa sadece işleri yavaşlatma sanatı mı, bazen gerçekten insan algılayamıyor. İşte bu süreçte, "tahsilatın gerçekleştiği teyit edilerek haczin kaldırılmasına dair yazı" hazırlanır. "Terkin yazısı" derler buna hukuki dilde. Terkin, yani silme, kaldırma işlemi.
Peki o yazı hazırlandığında, ellerinde kalır mı sanıyorsun? Ne gezer! Bazı Vergi Daireleri, o yazıyı doğrudan ilgili Tapu Müdürlüğü'ne veya Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'ne faks ya da UETS üzerinden gönderir, bazen de e-devlet entegrasyonu sayesinde otomatik bir bildirim yapılır. Ama çoğu zaman, özellikle de eski usul işleyen yerlerde ya da aciliyet arz eden durumlarda, o yazıyı senin eline tutuşturuverirler. Buyur, git kendin götür... E, borç devletin alacağıydı, tahsilatı devlet yaptı, haczi de devlet koydu, neden kaldırma zahmetine kendisi girmiyor? İşte bu, Türk bürokrasisinin çözülemeyen paradokslarından biridir.
Ve sen, o kağıtla, sanki bir hazine haritası taşıyormuş gibi, koşar adım Tapu Müdürlüğü'ne veya Trafik Tescil'e gidersin. Orada da ayrı bir kapı, ayrı bir sıra, ayrı bir memur. Sanki tüm bu kurumlar arasında bir koordinasyon varmış gibi bir his yaratmaya çalışırlar ama hakikat bambaşka. O yazıyı teslim edip, kayıtlardaki o kara lekenin silinmesini beklemek, artık son raddeye gelmiş bir sabır işidir. O terkin işlemi gerçekleştiğinde, işte o zaman derin bir nefes alırsın. Vallahi billahi, insan kendini hafiflemiş hisseder, sanki yılların yükü kalkmış gibi. Ama işin başında yaşanan stres, çekilen eziyet... o da sana kalır bir anı olarak. Demek ki neymiş: Vergi dairesiyle işin bitse de, onunla olan hikayen kolay bitmezmiş... Bitseydi, zaten bu kadar canın yanmazdı.
Vergi dairesi dediğin kurum, amme alacağını tahsil ederken aslan kesilir, varlıklarının üzerine kaba tabirle bir pençe atar, doğrudur. Ama iş o pençeyi çekmeye gelince... İşte orada işler çetrefilleşir, bürokrasi denen o devasa çark, ağır ağır dönmeye başlar. Sanki o borcu ödeyen sen değilmişsin gibi, sanki o haciz şerhinin varlığı onların umrunda değilmiş gibi bir hava eser o koridorlarda. Öyle ya, onlar alacağını almış, gerisi teferruat... mı?
Bir defa, bilmen gereken ilk şey şu: Sen o borcu ödediysen, tahsilat makbuzun elindeyse, bu sadece ilk adımdır. O makbuz, senin vergi dairesi ile olan finansal bağının koptuğunu gösterir, evet. Ama elektronik sistemler, hele ki Türkiye'deki haliyle, otomatik olarak "ödendi, haciz kalksın" demez, diyemez. Ortada resmi bir talep, bir dilekçe olmak zorunda. Hatta bazen o borcu tahsil eden dairenin kendi iç yazışmaları bile yeterli olmaz, bir de senin kovalayışın gerekir.
Ne yazacaksın dilekçeye? Gayet tabii borcun kapandığını, o meşum haciz şerhinin kaldırılmasını talep ettiğini... E, kolay mı sanıyorsun? Vergi kimlik numaran, TC kimlik numaran, hacze konu olan malın türü (taşınmazsa tapu bilgileri, araçsa plaka ve şasi numarası), borç numarası, ödeme tarihi ve tahsilat makbuzu bilgileri... Bunların hepsi eksiksiz, noksansız yer almalı o tek sayfalık "kurtuluş fermanı" taslağında. Sanki baştan beri tüm bu bilgileri kendileri kaydetmemiş gibi, sanki o sistemde bir tuşa basınca çıkmıyormuş gibi senden tekrar tekrar istenir bunlar. Agresif mi? Haklı bir isyan bu.
Sonra ne oluyor? O dilekçe, ilgili servis şefinin masasına düşüyor. Oradan bir başka memura havale ediliyor, o memur arşivleri tarıyor, borcun gerçekten ödenip ödenmediğini bir daha kontrol ediyor. Sanki sen sahte makbuzla gelmişsin gibi... Ya da belki de öyleler, kimbilir? Bir denetim mekanizması mı bu, yoksa sadece işleri yavaşlatma sanatı mı, bazen gerçekten insan algılayamıyor. İşte bu süreçte, "tahsilatın gerçekleştiği teyit edilerek haczin kaldırılmasına dair yazı" hazırlanır. "Terkin yazısı" derler buna hukuki dilde. Terkin, yani silme, kaldırma işlemi.
Peki o yazı hazırlandığında, ellerinde kalır mı sanıyorsun? Ne gezer! Bazı Vergi Daireleri, o yazıyı doğrudan ilgili Tapu Müdürlüğü'ne veya Trafik Tescil Şube Müdürlüğü'ne faks ya da UETS üzerinden gönderir, bazen de e-devlet entegrasyonu sayesinde otomatik bir bildirim yapılır. Ama çoğu zaman, özellikle de eski usul işleyen yerlerde ya da aciliyet arz eden durumlarda, o yazıyı senin eline tutuşturuverirler. Buyur, git kendin götür... E, borç devletin alacağıydı, tahsilatı devlet yaptı, haczi de devlet koydu, neden kaldırma zahmetine kendisi girmiyor? İşte bu, Türk bürokrasisinin çözülemeyen paradokslarından biridir.
Ve sen, o kağıtla, sanki bir hazine haritası taşıyormuş gibi, koşar adım Tapu Müdürlüğü'ne veya Trafik Tescil'e gidersin. Orada da ayrı bir kapı, ayrı bir sıra, ayrı bir memur. Sanki tüm bu kurumlar arasında bir koordinasyon varmış gibi bir his yaratmaya çalışırlar ama hakikat bambaşka. O yazıyı teslim edip, kayıtlardaki o kara lekenin silinmesini beklemek, artık son raddeye gelmiş bir sabır işidir. O terkin işlemi gerçekleştiğinde, işte o zaman derin bir nefes alırsın. Vallahi billahi, insan kendini hafiflemiş hisseder, sanki yılların yükü kalkmış gibi. Ama işin başında yaşanan stres, çekilen eziyet... o da sana kalır bir anı olarak. Demek ki neymiş: Vergi dairesiyle işin bitse de, onunla olan hikayen kolay bitmezmiş... Bitseydi, zaten bu kadar canın yanmazdı.