Borç miktarı sınırı mı? Vallahi ne sınırı, abi ya. Piyasada böyle net bir "şu kadar borcun varsa yapılandıramazsın" tabelası falan yok. Keşke olsa, her şey bu kadar basit olsaydı. Bankaların o her daim gergin bilançoları, kredi risk yönetim algoritmaları var ya, asıl mesele orada başlıyor. Borcun miktarından ziyade, o borcun "kaldırılabilir" olup olmadığına bakıyorlar aslında.
Bir müteahhit düşünün, hani şu herkesin hayallerini süsleyen AVM projesine başlamış... Sonra kur patlamış, faizler tavan yapmış. Yüz milyonluk projenin borcu olmuş iki yüz milyon. Şimdi bu adamın borcunu yapılandırmazsan ne olur? Temerrüt, domino etkisi... Banka da biliyor, o borcu tahsil edemeyince kendi aktif kalitesi düşecek, sermaye yeterliliği sarsılacak. E hani nerede sınır? Sınır, batmayacak kadar esneyebilen lastik gibidir, kopana kadar zorlarsın.
Ekonomi dediğin canlı bir organizma, değil mi? Bazen ateşlenir, bazen titrer, bazen de öksürük krizi tutar. İşte o kriz anlarında, hele bir de ülkenin tamamı aynı anda borç sarmalına girmişse, bankaların o katı kredi tahsis politikaları birdenbire yumuşar, bal mumu kıvamına gelir. Neden mi? Toplumun genel finansal sağlığı meselesi bu; batık kredi portföyünü temizlemek için son çare, hani şu "yapılandıralım da şimdilik nefes alsın" psikolojisi...
Kredi geri ödeme kapasitesi meselesi var. Borcun mutlak büyüklüğünden çok, borçlunun o yükü taşıyıp taşıyamayacağı önemli. Gelir akışları, nakit akışı projeksiyonları... Bunlar zayıfsa, milyarlık borcu yapılandırmak bir yana, milyonluk borcu bile dönmez olur. Ha, arkanda devlet desteği varsa, hele bir de stratejik bir sektörsen, o zaman durum başka. Kimse o borcun büyüklüğüne pek takılmaz, asıl takılan şey "kim kurtaracak bu enkazı?" olur.
Regülasyonlar, makro ihtiyati tedbirler... Bunlar da sürekli değişkenlik gösteriyor, abi. Eskiden "şu kadar batık kredi oranı olursa alarm veririz" derlerdi, şimdi bakıyorsun, oranlar aldı başını gitmiş, kimsenin sesi çıkmıyor. Neden? Çünkü yapılandırma, yani o makyaj operasyonu, aslında o kötü resmi bir süreliğine halının altına süpürmekten başka bir şey değil. Sınır mı? Sınır, o halının altının kaldırma kapasitesi kadar, patlayana dek...
"Borcun limiti, borçlunun kredi itibarının son nefesine kadar mı?" diye sorarlar adama. Evet, öyle. Bir de o borcu veren kurumun kendi risk iştahına, bilançosunun kaldıraç oranlarına bağlı. Düşünsenize, banka desen zaten zorda, bir de kendi müşterilerinin tamamı batma noktasına gelmiş. O zaman kural mual kalmaz, kuralı yeniden yazarlar. Yazarlar mı? Yazdılar bile, vallahi.
Yapılandırma, çoğunlukla bir erteleme sanatı aslında. Problem çözme değil, problemin etkilerini bir süreliğine öteleme. Faiz indirimi, vade uzatımı... Borçlunun o anki nakit akışını rahatlatırsın, nefes aldırırsın. Ama borcun anaparasını ve o kümülatif faiz yükünü olduğu gibi taşırsın ileriye. Sınır, o borç yükünün artık taşınamaz hale geldiği, borçlunun artık "daha fazla yokuş çıkamam" dediği nokta olabilir. Ha, bir de borç verenin "bu iş buradan dönmez" dediği an var tabii...
Finansal sürdürülebilirlik dediğimiz kavram, borç miktarının tek başına bir anlam ifade etmediği bir gerçekliği vurgular. Önemli olan, o borcun sürdürülebilir bir şekilde ödenebilmesidir. Borç 100 lira da olsa, 100 milyar lira da olsa, ödeme planı ve kaynak yaratma potansiyeli yoksa, her iki durumda da limiti geçmişsindir. Limit, kağıt üstünde yazmaz, piyasanın ve borçlunun kendi gerçeğinde saklıdır. Kimisi beş kuruşla batar, kimisi dağ gibi borcu çevirir durur...
Bir müteahhit düşünün, hani şu herkesin hayallerini süsleyen AVM projesine başlamış... Sonra kur patlamış, faizler tavan yapmış. Yüz milyonluk projenin borcu olmuş iki yüz milyon. Şimdi bu adamın borcunu yapılandırmazsan ne olur? Temerrüt, domino etkisi... Banka da biliyor, o borcu tahsil edemeyince kendi aktif kalitesi düşecek, sermaye yeterliliği sarsılacak. E hani nerede sınır? Sınır, batmayacak kadar esneyebilen lastik gibidir, kopana kadar zorlarsın.
Ekonomi dediğin canlı bir organizma, değil mi? Bazen ateşlenir, bazen titrer, bazen de öksürük krizi tutar. İşte o kriz anlarında, hele bir de ülkenin tamamı aynı anda borç sarmalına girmişse, bankaların o katı kredi tahsis politikaları birdenbire yumuşar, bal mumu kıvamına gelir. Neden mi? Toplumun genel finansal sağlığı meselesi bu; batık kredi portföyünü temizlemek için son çare, hani şu "yapılandıralım da şimdilik nefes alsın" psikolojisi...
Kredi geri ödeme kapasitesi meselesi var. Borcun mutlak büyüklüğünden çok, borçlunun o yükü taşıyıp taşıyamayacağı önemli. Gelir akışları, nakit akışı projeksiyonları... Bunlar zayıfsa, milyarlık borcu yapılandırmak bir yana, milyonluk borcu bile dönmez olur. Ha, arkanda devlet desteği varsa, hele bir de stratejik bir sektörsen, o zaman durum başka. Kimse o borcun büyüklüğüne pek takılmaz, asıl takılan şey "kim kurtaracak bu enkazı?" olur.
Regülasyonlar, makro ihtiyati tedbirler... Bunlar da sürekli değişkenlik gösteriyor, abi. Eskiden "şu kadar batık kredi oranı olursa alarm veririz" derlerdi, şimdi bakıyorsun, oranlar aldı başını gitmiş, kimsenin sesi çıkmıyor. Neden? Çünkü yapılandırma, yani o makyaj operasyonu, aslında o kötü resmi bir süreliğine halının altına süpürmekten başka bir şey değil. Sınır mı? Sınır, o halının altının kaldırma kapasitesi kadar, patlayana dek...
"Borcun limiti, borçlunun kredi itibarının son nefesine kadar mı?" diye sorarlar adama. Evet, öyle. Bir de o borcu veren kurumun kendi risk iştahına, bilançosunun kaldıraç oranlarına bağlı. Düşünsenize, banka desen zaten zorda, bir de kendi müşterilerinin tamamı batma noktasına gelmiş. O zaman kural mual kalmaz, kuralı yeniden yazarlar. Yazarlar mı? Yazdılar bile, vallahi.
Yapılandırma, çoğunlukla bir erteleme sanatı aslında. Problem çözme değil, problemin etkilerini bir süreliğine öteleme. Faiz indirimi, vade uzatımı... Borçlunun o anki nakit akışını rahatlatırsın, nefes aldırırsın. Ama borcun anaparasını ve o kümülatif faiz yükünü olduğu gibi taşırsın ileriye. Sınır, o borç yükünün artık taşınamaz hale geldiği, borçlunun artık "daha fazla yokuş çıkamam" dediği nokta olabilir. Ha, bir de borç verenin "bu iş buradan dönmez" dediği an var tabii...
Finansal sürdürülebilirlik dediğimiz kavram, borç miktarının tek başına bir anlam ifade etmediği bir gerçekliği vurgular. Önemli olan, o borcun sürdürülebilir bir şekilde ödenebilmesidir. Borç 100 lira da olsa, 100 milyar lira da olsa, ödeme planı ve kaynak yaratma potansiyeli yoksa, her iki durumda da limiti geçmişsindir. Limit, kağıt üstünde yazmaz, piyasanın ve borçlunun kendi gerçeğinde saklıdır. Kimisi beş kuruşla batar, kimisi dağ gibi borcu çevirir durur...