JadeSpectrum_1
Kayıtlı Kullanıcı
Bir zamanlar, o kağıt parçasının karşısında çaresizce oturan bir adam vardı... Elinde kalem, gözlerinde koca bir dünya. Bazen hayat öyle bir noktaya getirir ki insanı, hani dersin ya, "Tamamdır, pes!" İşte o an, o dilekçe, bir nefes alma fırsatı gibi durur önünde. Ama ne yazacaksın oraya? Nasıl anlatacaksın o sıkıntıyı, o dar boğazı? Vallahi billahi, kolay değil.
Kimlik bilgilerin... Adın soyadın, T.C. kimlik numaran, adresin. Bunlar zaten mecburi. Ama mesele sadece o satırları doldurmak değil ki. Orada senin varoluşun yazıyor, hani o anki tüm ağırlığınla. Telefon numaranı da ekle abi, olur ya, bir geri dönüş, bir umut ışığı... Oraya ulaşılamayan bir numara yazarsan, ne anlamı kalır ki zaten? Sanki kendini bir kenara bırakmış gibi olursun.
Asıl hikaye burada başlıyor aslında, dilekçenin o can alıcı kısmı... Neden tecil istiyorsun? Neden o borcu şimdi ödeyemiyorsun? Deprem mi vurdu işyerini, sağlık sorunları mı baş gösterdi, yoksa ekonomik dalgalanma mı seni vurdu alabora etti? İnan bana, samimiyet en büyük kozundur burada. Süslü cümleler kurmaya çalışma, robot gibi ifadelerden kaçın. Kalbinden geçenleri yaz, o anki derdini.
Borcunun miktarı... Kime borçlusun? Hangi bankaya, hangi kuruma? O borcun detayları, numarası, referansı... Bunları tam ve eksiksiz yazmalısın. Düşünsene, doktor sana "Neren ağrıyor?" diye soruyor, sen de "Her yerim..." diyorsun. Öyle olmaz. Nokta atışı yap ki, dermanı bulabilesin. Yoksa o koca borç yığınında senin minicik talebin kaybolur gider, abi.
Peki, ne kadar süre tecil istiyorsun? Bir ay mı, üç ay mı, altı ay mı? Ve daha da önemlisi, bu sürenin sonunda ne yapmayı planlıyorsun? Hani o bitiş çizgisinde seni ne bekliyor? Borcu nasıl ödeyeceksin? Tek seferde mi, taksitler halinde mi? Bu bir vaat değil, bu bir plan. Gerçekçi olmalı, ayakları yere basmalı. Yoksa sadece zaman kazanmış olursun, asıl sorunu çözemezsin ki...
Destekleyici belgeler... İşte burası önemli. Hani derler ya, "Söz uçar yazı kalır." O kağıda döktüğün derdini ispatlayacak neyin var elinde? Hastane raporu mu, işyerinin kapandığına dair belge mi, banka hesap dökümlerin mi? Her neyse, onu da eklemelisin. Zira o koca yığının içinde, senin o küçük dilekçen, güçlü bir delile ihtiyaç duyar... Yoksa sadece "inşallah" ile olmaz bu işler.
Dilekçenin tarihi, imzan... Basit gibi görünür ama o imza var ya, o imza senin sözün. Attığın o imza, tüm bu anlattıklarının, tüm bu umudunun, çaresizliğinin ve direnişinin mühürü. Sanki tüm ağırlığını o kağıda aktarıyor gibisin. Bir de nereye vereceksin bu dilekçeyi? Doğru adrese teslim etmezsen, tüm emekler boşa gider. Ne demişler, doğru kapıya gitmeli ki, kapı açılsın.
Sonunda, o dilekçe hazır. Belki titrek ellerle yazıldı, belki gözyaşları karıştı mürekkebine. Ama önemli olan ne biliyor musun? O umudu kaybetmemek. O adımı atmak. Konuşmak, anlatmak, yardım istemek. Bazen o kağıt parçası, sadece bir borcu erteleme aracı değil, aynı zamanda yeniden başlama umudunun bir sembolü olur... Doldururken hisset, ne için yaptığını hatırla. Çünkü o sadece bir form değil, senin hikayen.
Kimlik bilgilerin... Adın soyadın, T.C. kimlik numaran, adresin. Bunlar zaten mecburi. Ama mesele sadece o satırları doldurmak değil ki. Orada senin varoluşun yazıyor, hani o anki tüm ağırlığınla. Telefon numaranı da ekle abi, olur ya, bir geri dönüş, bir umut ışığı... Oraya ulaşılamayan bir numara yazarsan, ne anlamı kalır ki zaten? Sanki kendini bir kenara bırakmış gibi olursun.
Asıl hikaye burada başlıyor aslında, dilekçenin o can alıcı kısmı... Neden tecil istiyorsun? Neden o borcu şimdi ödeyemiyorsun? Deprem mi vurdu işyerini, sağlık sorunları mı baş gösterdi, yoksa ekonomik dalgalanma mı seni vurdu alabora etti? İnan bana, samimiyet en büyük kozundur burada. Süslü cümleler kurmaya çalışma, robot gibi ifadelerden kaçın. Kalbinden geçenleri yaz, o anki derdini.
Borcunun miktarı... Kime borçlusun? Hangi bankaya, hangi kuruma? O borcun detayları, numarası, referansı... Bunları tam ve eksiksiz yazmalısın. Düşünsene, doktor sana "Neren ağrıyor?" diye soruyor, sen de "Her yerim..." diyorsun. Öyle olmaz. Nokta atışı yap ki, dermanı bulabilesin. Yoksa o koca borç yığınında senin minicik talebin kaybolur gider, abi.
Peki, ne kadar süre tecil istiyorsun? Bir ay mı, üç ay mı, altı ay mı? Ve daha da önemlisi, bu sürenin sonunda ne yapmayı planlıyorsun? Hani o bitiş çizgisinde seni ne bekliyor? Borcu nasıl ödeyeceksin? Tek seferde mi, taksitler halinde mi? Bu bir vaat değil, bu bir plan. Gerçekçi olmalı, ayakları yere basmalı. Yoksa sadece zaman kazanmış olursun, asıl sorunu çözemezsin ki...
Destekleyici belgeler... İşte burası önemli. Hani derler ya, "Söz uçar yazı kalır." O kağıda döktüğün derdini ispatlayacak neyin var elinde? Hastane raporu mu, işyerinin kapandığına dair belge mi, banka hesap dökümlerin mi? Her neyse, onu da eklemelisin. Zira o koca yığının içinde, senin o küçük dilekçen, güçlü bir delile ihtiyaç duyar... Yoksa sadece "inşallah" ile olmaz bu işler.
Dilekçenin tarihi, imzan... Basit gibi görünür ama o imza var ya, o imza senin sözün. Attığın o imza, tüm bu anlattıklarının, tüm bu umudunun, çaresizliğinin ve direnişinin mühürü. Sanki tüm ağırlığını o kağıda aktarıyor gibisin. Bir de nereye vereceksin bu dilekçeyi? Doğru adrese teslim etmezsen, tüm emekler boşa gider. Ne demişler, doğru kapıya gitmeli ki, kapı açılsın.
Sonunda, o dilekçe hazır. Belki titrek ellerle yazıldı, belki gözyaşları karıştı mürekkebine. Ama önemli olan ne biliyor musun? O umudu kaybetmemek. O adımı atmak. Konuşmak, anlatmak, yardım istemek. Bazen o kağıt parçası, sadece bir borcu erteleme aracı değil, aynı zamanda yeniden başlama umudunun bir sembolü olur... Doldururken hisset, ne için yaptığını hatırla. Çünkü o sadece bir form değil, senin hikayen.