IndigoTelescope
Kayıtlı Kullanıcı
Hesabın askıya alındığını görmek varya, o an midene bir yumruk yemiş gibi hissediyorsun. Sanki dijital kimliğin bir anda elinden alınmış gibi, haksız yere suçlanmış gibi, ne olduğunu bile anlamadan bir boşluğa düşüyorsun. Hani dersin ya, "Ben ne yaptım şimdi?" İşte o his, o çaresizlik, tüm süreci baştan aşağıya zehirlemeye yetiyor da artıyor bile, abi.
O ilk formu doldururken insan ne kadar çaresiz hissediyor, değil mi? Hani derler ya, "duvara konuşmak" gibi. Senden istenen standart bilgiler, adın soyadın, e-postan... sanki robotik bir mekanizma, senin o anki öfkeni, kırgınlığını, mağduriyetini hiç umursamayacakmış gibi karşında duruyor. Ben de öyle yaptım başta, rutin bilgileri girdim, genel bir "bir yanlışlık olmalı" notu iliştirdim. Vallahi billahi sonuç koca bir hiç, bir otomatik yanıt, o kadar.
Asıl mesele, standart dilekçe mantığından sıyrılıp, karşıda seninle konuşan bir insan olduğunu hayal etmekti, buna ikna etmekti kendini. O form varya, o sadece bir ara yüz aslında. Orada yatan bir "sistem" değil, bir "karar verici" var; senin hikayeni, senin derdini dinleyecek, anlamaya çalışacak biri. İşte bu perspektif değişimi, inanın bana, tüm denklemdeki en kritik dönemeçlerden biriydi.
Sonra oturdum, sakinleştim ve olayı enine boyuna irdeledim. Hesabımın neden askıya alınmış olabileceğine dair tüm senaryoları masaya yatırdım, hatta yapmadığım şeyleri bile düşündüm ki hani yanlış anlaşılma ihtimallerini de gözden kaçırmayayım. Kendi kendime "Eğer ben onların yerinde olsam, ne görmek isterdim?" diye sordum. Bu, sadece şikayet etmekten çok, bir çözüm ortaklığı sunmaya dönüşüyordu yavaş yavaş.
Formun ilgili alanına girdiğim bilgilerde şuna dikkat ettim: Kesinlikle bir 'suçluluk psikolojisi'ne girmeden, olayın objektif bir özetini sunmak. Ne oldu, ne zaman oldu, benim bakış açımdan ne gibi bir yanlış anlaşılma söz konusu olabilir... Her detayı, kronolojik bir sırayla ama uzun uzadıya da boğmadan, adeta bir senaryo yazar gibi aktarmak. Fazla dramadan kaçınırken, insan olduğumu ve bir hata payının da olabileceğini ima etmek, hani derler ya, ince bir denge meselesi.
Mesela, hiçbir zaman "ben masumum" diye genel bir argüman sunmadım. Onun yerine, "eğer X eylemi askıya alınmaya neden olduysa, benim amacım aslında Y idi, bu da Z ile kanıtlanabilir" gibi somut bir çerçeve çizdim. Gerekirse ekran görüntüleri, işlem kayıtları gibi destekleyici belgelerin varlığını da belirttim, hani istediklerinde hemen sunabilecekmişim gibi. Bu, ciddiyetimi ve şeffaflığımı ortaya koyuyordu.
Ve dil. Ah o dil! Akademik bir tonla, ama asla robotik olmadan, kelimeleri özenle seçtim. Saygılı, net, anlaşılır ama aynı zamanda kararlı. "Bu durumun düzeltilmesi hususunda göstereceğiniz hassasiyet için şimdiden teşekkür ederim" gibi ifadelerle bitirdim, çünkü karşınızdaki insan da bir empati bekliyor. Karşı tarafı suçlamadan, hakarete başvurmadan, sadece olguları ve beklentini dile getirmek... bu çok önemliydi.
Gönderdikten sonraki o bekleyiş, vallahi insanı çıldırtmaya yeter. Her dakika e-posta kutunu kontrol etmek, acaba bir yanıt geldi mi, ne geldi... Birkaç gün içinde beklediğimden çok daha samimi bir yanıt geldi. Şaşırdım. Robotik değil, gerçekten benim yazdıklarımı okumuş ve anlamış birinin kaleminden çıkmış gibiydi. Dediler ki, "Durumunuzu detaylıca inceledik, talebinizi olumlu değerlendirdik."
O an, "evet, form dili gerçekten bir fark yaratıyor" diye düşündüm. Çünkü o an fark ettiğim şey, o formun sadece bir veri girişi ekranı olmadığıydı. O form, aslında sizinle karşıdaki kurum arasında bir "iletişim köprüsü" görevi görüyordu. Ve o köprüyü ne kadar sağlam kurarsanız, ne kadar ikna edici ve insancıl bir dille yaklaşırsanız, o kadar hızlı ve olumlu sonuç alıyorsunuz. Denemeden bilemezsiniz... Sakın ola pes etme, asıl oyun orada başlıyor.
O ilk formu doldururken insan ne kadar çaresiz hissediyor, değil mi? Hani derler ya, "duvara konuşmak" gibi. Senden istenen standart bilgiler, adın soyadın, e-postan... sanki robotik bir mekanizma, senin o anki öfkeni, kırgınlığını, mağduriyetini hiç umursamayacakmış gibi karşında duruyor. Ben de öyle yaptım başta, rutin bilgileri girdim, genel bir "bir yanlışlık olmalı" notu iliştirdim. Vallahi billahi sonuç koca bir hiç, bir otomatik yanıt, o kadar.
Asıl mesele, standart dilekçe mantığından sıyrılıp, karşıda seninle konuşan bir insan olduğunu hayal etmekti, buna ikna etmekti kendini. O form varya, o sadece bir ara yüz aslında. Orada yatan bir "sistem" değil, bir "karar verici" var; senin hikayeni, senin derdini dinleyecek, anlamaya çalışacak biri. İşte bu perspektif değişimi, inanın bana, tüm denklemdeki en kritik dönemeçlerden biriydi.
Sonra oturdum, sakinleştim ve olayı enine boyuna irdeledim. Hesabımın neden askıya alınmış olabileceğine dair tüm senaryoları masaya yatırdım, hatta yapmadığım şeyleri bile düşündüm ki hani yanlış anlaşılma ihtimallerini de gözden kaçırmayayım. Kendi kendime "Eğer ben onların yerinde olsam, ne görmek isterdim?" diye sordum. Bu, sadece şikayet etmekten çok, bir çözüm ortaklığı sunmaya dönüşüyordu yavaş yavaş.
Formun ilgili alanına girdiğim bilgilerde şuna dikkat ettim: Kesinlikle bir 'suçluluk psikolojisi'ne girmeden, olayın objektif bir özetini sunmak. Ne oldu, ne zaman oldu, benim bakış açımdan ne gibi bir yanlış anlaşılma söz konusu olabilir... Her detayı, kronolojik bir sırayla ama uzun uzadıya da boğmadan, adeta bir senaryo yazar gibi aktarmak. Fazla dramadan kaçınırken, insan olduğumu ve bir hata payının da olabileceğini ima etmek, hani derler ya, ince bir denge meselesi.
Mesela, hiçbir zaman "ben masumum" diye genel bir argüman sunmadım. Onun yerine, "eğer X eylemi askıya alınmaya neden olduysa, benim amacım aslında Y idi, bu da Z ile kanıtlanabilir" gibi somut bir çerçeve çizdim. Gerekirse ekran görüntüleri, işlem kayıtları gibi destekleyici belgelerin varlığını da belirttim, hani istediklerinde hemen sunabilecekmişim gibi. Bu, ciddiyetimi ve şeffaflığımı ortaya koyuyordu.
Ve dil. Ah o dil! Akademik bir tonla, ama asla robotik olmadan, kelimeleri özenle seçtim. Saygılı, net, anlaşılır ama aynı zamanda kararlı. "Bu durumun düzeltilmesi hususunda göstereceğiniz hassasiyet için şimdiden teşekkür ederim" gibi ifadelerle bitirdim, çünkü karşınızdaki insan da bir empati bekliyor. Karşı tarafı suçlamadan, hakarete başvurmadan, sadece olguları ve beklentini dile getirmek... bu çok önemliydi.
Gönderdikten sonraki o bekleyiş, vallahi insanı çıldırtmaya yeter. Her dakika e-posta kutunu kontrol etmek, acaba bir yanıt geldi mi, ne geldi... Birkaç gün içinde beklediğimden çok daha samimi bir yanıt geldi. Şaşırdım. Robotik değil, gerçekten benim yazdıklarımı okumuş ve anlamış birinin kaleminden çıkmış gibiydi. Dediler ki, "Durumunuzu detaylıca inceledik, talebinizi olumlu değerlendirdik."
O an, "evet, form dili gerçekten bir fark yaratıyor" diye düşündüm. Çünkü o an fark ettiğim şey, o formun sadece bir veri girişi ekranı olmadığıydı. O form, aslında sizinle karşıdaki kurum arasında bir "iletişim köprüsü" görevi görüyordu. Ve o köprüyü ne kadar sağlam kurarsanız, ne kadar ikna edici ve insancıl bir dille yaklaşırsanız, o kadar hızlı ve olumlu sonuç alıyorsunuz. Denemeden bilemezsiniz... Sakın ola pes etme, asıl oyun orada başlıyor.