IndigoMarigold
Kayıtlı Kullanıcı
Hani o günlerin modasıydı ya, "hesabınızın güvenliği için çift faktörlü doğrulama şart" diye bastıra bastıra anlatırlardı, biz de saf saf inandık her şeye, Google Authenticator'ı, Microsoft Authenticator'ı indirip kurduk telefonlarımıza. Sanki o altı haneli, sürekli yenilenen kodlar bizim dijital kalelerimizin aşılmaz surları gibiydi, içimiz rahattı; o parola çalınsa bile, kimse bizim iznimiz olmadan içeri giremezdi... Öyle bir hipnozdu ki bu, kendimizi siber kahraman gibi hissediyorduk resmen.
Gel gelelim, hayat bu, bir telefon kırıverirsin elinden kayıp bir anlık dalgınlıkla, ya da format atarsın yanlışlıkla uygulamaya... Hani o günlerdir özenle biriktirdiğin tüm o dijital anahtarlar uçar gider havaya, silinir sanki hiç var olmamış gibi. İşte tam o anda dank ediyor insanın kafasına, o "aşılmaz sur" dedikleri şey bir anda kendini dışarıda bırakmış kapı gibi... E-posta desen girsen giremezsin, bankacılık uygulaması desen kitlenmiş, sosyal medya hesabı zaten hayal.
Uğraş dur şimdi o "güvenlik kurtarma akışı" denen cehennem çukuruyla, yok bilmem ne zaman açmışsın hesabı, yok ne IP'den girmişsin en son, güvenlik soruları desen yıllar önce uydurulmuş absürt cevaplar... "En sevdiğin hayvanın adı neydi?" diye soruyorlar, beş yaşındaki halime geri dönüp düşünmem lazım hangi kediyi sevdiğimi o zamanlar... Üç beş deneme sonrası kilitleniyor her şey, sistem "şüpheli davranış" görüp iyice kapatıyor kapıları yüzümüze.
Vallahi billahi, bazen o kurtarma e-postası bile gelmiyor ki hani derdin "şifremi unuttum" diye girip bir umut bekleyesin. Yok kardeşim, sanki o e-posta adresi de bizim değilmiş gibi bir muamele, sanki yeni bir hesap açmaya çalışıyormuşuz gibi... O anlaşılamaz algoritmalar, o şifreli güvenlik katmanları öyle bir boğuyor ki insanı, bütün dijital varlığımızın paramparça olduğunu hissediyorsun, bir anda yok olup gittiğini...
İşte tam da o noktada, o çaresizliğin tavan yaptığı yerde, bir anda dank etti kafamıza: Bu kilit aslında bizi korumak için değil, bizi dışarıda bırakmak içinmiş! Hani o "benim kimliğimi doğrula" diye peşinde koştuğumuz sistem, bir anda kendi kimliğimizi inkâr eder oldu. Telefon numaramız var, e-posta adresimiz var, hatta o hesaptan attığımız mesajlar, yüklediğimiz fotoğraflar bile kanıt... Ama yok, o altı haneli şifre gelmeden kimse inanmıyor.
Neyse ki, o kurumsal duvarların ardında, hani o gizli menülerde falan filan, illa bir açık kapı bırakıyorlar. Çok uzun bir "kimlik doğrulama süreci" sonunda, kimlik kartımızı bilmem kaç açıdan çekip gönderdik, yüzümüzü kameraya çevirip "ben insanım" kanıtı yaptık... Sanki bir banka hesabı açıyormuşuz gibi, bir dizi bürokratik engeli aştık... Bütün bu süreçte, o altı haneli kodun hayatımızda bir an bile olmamış gibi davrandık. Resmen, o çift faktörlü laneti iptal ettik.
Oh be, dedik hepimiz, nihayet o dijital kafesten kurtulduk, hani o 6 haneli işkencenin sona erdiği an... Hesabımız açıldı! O anki rahatlama var ya, parmaklarımız klavyeye değdiğinde, fare imleci ekranda salındığında hissettiğimiz o özgürlük... Sanki uzun bir esaretten sonra evine dönmüş gibiydik. Ama içimizde bir burukluk da kaldı hani, bir daha çift faktörlü doğrulama falan derlerse, dönüp bir daha bakacağız ne kadar gerekli diye... Ne kadar güvenli olduğu, ne kadar hayatımızı kolaylaştırdığı... Çünkü bazen, o güvenlik zırhı dedikleri şey, en büyük pranga oluveriyor insan. Vallaha öyle.
Gel gelelim, hayat bu, bir telefon kırıverirsin elinden kayıp bir anlık dalgınlıkla, ya da format atarsın yanlışlıkla uygulamaya... Hani o günlerdir özenle biriktirdiğin tüm o dijital anahtarlar uçar gider havaya, silinir sanki hiç var olmamış gibi. İşte tam o anda dank ediyor insanın kafasına, o "aşılmaz sur" dedikleri şey bir anda kendini dışarıda bırakmış kapı gibi... E-posta desen girsen giremezsin, bankacılık uygulaması desen kitlenmiş, sosyal medya hesabı zaten hayal.
Uğraş dur şimdi o "güvenlik kurtarma akışı" denen cehennem çukuruyla, yok bilmem ne zaman açmışsın hesabı, yok ne IP'den girmişsin en son, güvenlik soruları desen yıllar önce uydurulmuş absürt cevaplar... "En sevdiğin hayvanın adı neydi?" diye soruyorlar, beş yaşındaki halime geri dönüp düşünmem lazım hangi kediyi sevdiğimi o zamanlar... Üç beş deneme sonrası kilitleniyor her şey, sistem "şüpheli davranış" görüp iyice kapatıyor kapıları yüzümüze.
Vallahi billahi, bazen o kurtarma e-postası bile gelmiyor ki hani derdin "şifremi unuttum" diye girip bir umut bekleyesin. Yok kardeşim, sanki o e-posta adresi de bizim değilmiş gibi bir muamele, sanki yeni bir hesap açmaya çalışıyormuşuz gibi... O anlaşılamaz algoritmalar, o şifreli güvenlik katmanları öyle bir boğuyor ki insanı, bütün dijital varlığımızın paramparça olduğunu hissediyorsun, bir anda yok olup gittiğini...
İşte tam da o noktada, o çaresizliğin tavan yaptığı yerde, bir anda dank etti kafamıza: Bu kilit aslında bizi korumak için değil, bizi dışarıda bırakmak içinmiş! Hani o "benim kimliğimi doğrula" diye peşinde koştuğumuz sistem, bir anda kendi kimliğimizi inkâr eder oldu. Telefon numaramız var, e-posta adresimiz var, hatta o hesaptan attığımız mesajlar, yüklediğimiz fotoğraflar bile kanıt... Ama yok, o altı haneli şifre gelmeden kimse inanmıyor.
Neyse ki, o kurumsal duvarların ardında, hani o gizli menülerde falan filan, illa bir açık kapı bırakıyorlar. Çok uzun bir "kimlik doğrulama süreci" sonunda, kimlik kartımızı bilmem kaç açıdan çekip gönderdik, yüzümüzü kameraya çevirip "ben insanım" kanıtı yaptık... Sanki bir banka hesabı açıyormuşuz gibi, bir dizi bürokratik engeli aştık... Bütün bu süreçte, o altı haneli kodun hayatımızda bir an bile olmamış gibi davrandık. Resmen, o çift faktörlü laneti iptal ettik.
Oh be, dedik hepimiz, nihayet o dijital kafesten kurtulduk, hani o 6 haneli işkencenin sona erdiği an... Hesabımız açıldı! O anki rahatlama var ya, parmaklarımız klavyeye değdiğinde, fare imleci ekranda salındığında hissettiğimiz o özgürlük... Sanki uzun bir esaretten sonra evine dönmüş gibiydik. Ama içimizde bir burukluk da kaldı hani, bir daha çift faktörlü doğrulama falan derlerse, dönüp bir daha bakacağız ne kadar gerekli diye... Ne kadar güvenli olduğu, ne kadar hayatımızı kolaylaştırdığı... Çünkü bazen, o güvenlik zırhı dedikleri şey, en büyük pranga oluveriyor insan. Vallaha öyle.