JadeSpectrum_1
Kayıtlı Kullanıcı
Hani o meşhur Nüfusmatikler var ya, dev birer metal kutu gibi durur köşelerde, ışıklı ekranları soğuk soğuk bakar insana... İşte tam da orası, o parmağınızı o cam yüzeye bastırdığınız an, aslında ne kadar derin bir oyunun içine çekildiğinizi hiç düşündünüz mü? Vallahi billahi, bazen oturup izliyorum insanları, o telaşı, o çaresizliği... Parmak izi okunsun diye uğraşan teyzeleri, amcaları görüyorum da içim cız ediyor, diyorum ki, "Abi, sistem seni yakaladı mı, bırakmaz kolay kolay..."
O ilk deneme... Parmağınızı dikkatlice, öyle yazıyor ya ekranda, "tam ortasına ve hafifçe bastırın" diye, yerleştirirsiniz. Ama nafile, bir türlü okumaz. "Lütfen parmağınızı temizleyin," der mesela, sanki yeni çamurda oynamışız gibi. Yaşlı bir amcanın titrek parmağını o soğuk cam yüzeye bastırmaya çalışırken yüzündeki o umutsuz ifadeyi gördünüz mü hiç? O an anlarsınız bu işin basit bir işlemden çok öte bir şey olduğunu, bir çeşit direnç, bir çeşit teslimiyet meselesi...
Sonra ikinci deneme, üçüncü deneme... Sanki bir sınavdan geçiyormuşuz gibi, hele o arkamızda bekleyen kuyruk yok mu, işte o zaman başlıyor asıl stres. Parmak izi denilen şey, senin en kişisel, en benzersiz verin abi, neredeyse ruhunun dijital damgası. Ve sen onu bir makineye, bir sisteme teslim ediyorsun, hem de bazen dakikalarca uğraştıktan sonra, terler içinde... Adeta bir tören, bir ritüel bu, farkında mısın?
Peki, Nüfusmatik’in o parmağınızı neden defalarca istediğini hiç düşündünüz mü? Hani derler ya, “güvenlik için.” Komik geliyor bana bazen bu laflar. Güvenlik mi, yoksa kusursuz bir dijital kayıt, bir kusursuz eşleşme mi peşindeler? Sistem, o parmak izinizin her bir girinti ve çıkıntısını, kılcal damarlarına kadar tarıyor olmalı ki, o kadar nazlanıyor, o kadar oyalanıyor... Bir avuç ter döktürerek alıyor senden o kutsal veriyi, biliyor musun?
Geçenlerde bir arkadaş anlattı, yemin billah, adam beş defa denemiş, olmamış. En sonunda parmağını tükürüklere mi buladı, ne yaptıysa, ancak öyle kabul etmiş sistem. Ne alaka şimdi bu diyeceksin... Ama işte o an, o makinenin, senin o küçük hareketinden, o çaresizliğinden bile bir şeyler öğrenip kendini geliştirdiğini düşündürüyor insana. Yapay zeka bu, ne bekliyorsun ki...
Düşünsene, o parmak izi verisi bir kere alındı mı, artık senin için bir kimlikten çok daha fazlası. Kimliğin belgenin arkasında yazan TC kimlik numarası değil, o artık senin dijital varlığının anahtarı. Ve o anahtarı, senin bile zor açabildiğin, inatçı bir makineye teslim ediyorsun. Bir banka hesabı değil bu, bir e-devlet şifresi de değil. Bu, senin parmak ucundaki o benzersiz desenin, sonsuza dek bir yerlerde kaydedilmiş olması demek...
Umarım bu "doğrulama süreci" dedikleri şey, gerçekten sadece doğrulama ile kalır. Çünkü bazen düşünüyorum, bu kadar hassas bir veri neden bu kadar zorlu bir süreçle alınıyor? Sanki seni en zayıf anında yakalamak için, "artık yoruldu, pes etti, hadi verisini alalım" der gibi bir hali var bu makinelerin. Sakın ha, küçümseme bu durumu, abi... Bu, geleceğin kapılarını bir parmak iziyle aralamak kadar ciddi bir iş. Ve o kapıdan içeri giren sensin, kendi rızanla... Daha doğrusu, başka çaren olmadığı için.
O ilk deneme... Parmağınızı dikkatlice, öyle yazıyor ya ekranda, "tam ortasına ve hafifçe bastırın" diye, yerleştirirsiniz. Ama nafile, bir türlü okumaz. "Lütfen parmağınızı temizleyin," der mesela, sanki yeni çamurda oynamışız gibi. Yaşlı bir amcanın titrek parmağını o soğuk cam yüzeye bastırmaya çalışırken yüzündeki o umutsuz ifadeyi gördünüz mü hiç? O an anlarsınız bu işin basit bir işlemden çok öte bir şey olduğunu, bir çeşit direnç, bir çeşit teslimiyet meselesi...
Sonra ikinci deneme, üçüncü deneme... Sanki bir sınavdan geçiyormuşuz gibi, hele o arkamızda bekleyen kuyruk yok mu, işte o zaman başlıyor asıl stres. Parmak izi denilen şey, senin en kişisel, en benzersiz verin abi, neredeyse ruhunun dijital damgası. Ve sen onu bir makineye, bir sisteme teslim ediyorsun, hem de bazen dakikalarca uğraştıktan sonra, terler içinde... Adeta bir tören, bir ritüel bu, farkında mısın?
Peki, Nüfusmatik’in o parmağınızı neden defalarca istediğini hiç düşündünüz mü? Hani derler ya, “güvenlik için.” Komik geliyor bana bazen bu laflar. Güvenlik mi, yoksa kusursuz bir dijital kayıt, bir kusursuz eşleşme mi peşindeler? Sistem, o parmak izinizin her bir girinti ve çıkıntısını, kılcal damarlarına kadar tarıyor olmalı ki, o kadar nazlanıyor, o kadar oyalanıyor... Bir avuç ter döktürerek alıyor senden o kutsal veriyi, biliyor musun?
Geçenlerde bir arkadaş anlattı, yemin billah, adam beş defa denemiş, olmamış. En sonunda parmağını tükürüklere mi buladı, ne yaptıysa, ancak öyle kabul etmiş sistem. Ne alaka şimdi bu diyeceksin... Ama işte o an, o makinenin, senin o küçük hareketinden, o çaresizliğinden bile bir şeyler öğrenip kendini geliştirdiğini düşündürüyor insana. Yapay zeka bu, ne bekliyorsun ki...
Düşünsene, o parmak izi verisi bir kere alındı mı, artık senin için bir kimlikten çok daha fazlası. Kimliğin belgenin arkasında yazan TC kimlik numarası değil, o artık senin dijital varlığının anahtarı. Ve o anahtarı, senin bile zor açabildiğin, inatçı bir makineye teslim ediyorsun. Bir banka hesabı değil bu, bir e-devlet şifresi de değil. Bu, senin parmak ucundaki o benzersiz desenin, sonsuza dek bir yerlerde kaydedilmiş olması demek...
Umarım bu "doğrulama süreci" dedikleri şey, gerçekten sadece doğrulama ile kalır. Çünkü bazen düşünüyorum, bu kadar hassas bir veri neden bu kadar zorlu bir süreçle alınıyor? Sanki seni en zayıf anında yakalamak için, "artık yoruldu, pes etti, hadi verisini alalım" der gibi bir hali var bu makinelerin. Sakın ha, küçümseme bu durumu, abi... Bu, geleceğin kapılarını bir parmak iziyle aralamak kadar ciddi bir iş. Ve o kapıdan içeri giren sensin, kendi rızanla... Daha doğrusu, başka çaren olmadığı için.