PrismTambourine
Kayıtlı Kullanıcı
Bir sabah uyandık, telefonumuza gelen o kısacık mesajla sarsıldık; hesaplarımızın bloke edildiğini okuyunca dünya başımıza yıkıldı, abi ya. O an hissettiğimiz çaresizlik... Sanki tüm dünya kapılarımızı yüzümüze kapatmış gibiydi, oysa biliyorduk, içten içe haykırıyorduk: bu haksızlık, bu bize reva görülemezdi, vallahi billahi.
İlk şoku atlatınca, o bilinmezliğin ortasında el yordamıyla bir yol bulmaya çalıştık; "İcra Müdürlüğü" diye bir kapı çalmamız gerektiğini öğrendik, işte o karanlık dehlizlerdeki ilk adımdı bu. Dosya numarası dediler, alacaklı dediler, oysaki bizim bildiğimiz tek şey, böylesi bir borcun var olmadığıydı; delillerimiz de buna işaret ediyordu, adeta çığlık atıyordu gerçek.
Avukatımızla ilk buluşmamızda, o kararlı duruşuyla "menfi tespit davası" dediğinde içimizde bir umut kıvılcımı parladı; haksız yere başlatılan bir icra takibine karşı, borçlu olunmadığının tespiti için açılan bu dava, bize o an adeta bir can simidi gibi görünmüştü, başka ne yapabilirdik ki? Yasal sürenin, yani "tebligatın" bize ulaşmasından itibaren yedi gün içinde "icra takibine itiraz dilekçesi" sunmak, ilk ve en elzem adımdı, biliyor musunuz.
Dilekçeler, evraklar, banka dökümleri... Her bir kağıt parçası, her bir işlem makbuzu, haksızlığa karşı duran birer kalkan gibiydi adeta. Hesap hareketlerimizi, varsa ödeme kanıtlarımızı, o bloke edilen paranın bize ait olduğunu ispatlayan her şeyi itinayla topladık; çünkü mahkeme önünde her bir "delil," sesimizin duyulması için birer kelimeydi, çok önemliydi.
Mahkeme süreci, o bilmediğimiz labirentin dehlizlerinde yol almak gibiydi; bazen yavaş, bazen duraksayan, ama asla umudu kesmememiz gereken bir yolculuk. Avukatımız, haksız bloke nedeniyle uğradığımız "maddi zararları" detaylandırmamızı önerdi, mesela bloke süresince paranın nemasını kaybetmemiz ya da işlerimizin aksamasından doğan kayıplar... Bunların hepsi "maddi tazminat" kapsamında değerlendirilebilirdi.
Bir de "manevi tazminat" konusu vardı ki, işte orası bambaşka bir derinlikti. Haksız yere maruz kaldığımız stres, itibar kaybı, uykusuz geceler... Bu duygusal yükün de bir karşılığı olmalıydı, adalet terazisinde bunun da bir ağırlığı olmalıydı, değil mi? Zira, ruhumuza saplanan o haksızlığın hançerinin izi kolay kolay silinmezdi, silinmez...
Nihayet, mahkeme o beklenen kararı verdiğinde, içimizde tarif edilemez bir sevinç fırtınası koptu; "haksız yere bloke" edildiğimiz tescillenmiş, icra takibi iptal edilmişti. Ardından, bankanın ve haksız takibi başlatanın sorumlu olduğu, uğradığımız tüm maddi ve manevi zararların "faiziyle birlikte" tarafımıza ödenmesine hükmetti; işte o an, adaletin geç de olsa tecelli ettiğini gördük, vallahi.
Bu tecrübe bize şunu öğretti: Haksızlığa asla sessiz kalmamalı, hakkımızı sonuna kadar aramalıyız. "Hukuk Muhakemeleri Kanunu" ve "Türk Borçlar Kanunu" gibi temeller üzerinde yükselen bu yasal süreç, doğru adımlarla takip edildiğinde, kaybettiklerimizi geri alma ve hatta tazminat alma imkanı sunuyor; yeter ki yılmayın, yeter ki inancınızı kaybetmeyin.
İlk şoku atlatınca, o bilinmezliğin ortasında el yordamıyla bir yol bulmaya çalıştık; "İcra Müdürlüğü" diye bir kapı çalmamız gerektiğini öğrendik, işte o karanlık dehlizlerdeki ilk adımdı bu. Dosya numarası dediler, alacaklı dediler, oysaki bizim bildiğimiz tek şey, böylesi bir borcun var olmadığıydı; delillerimiz de buna işaret ediyordu, adeta çığlık atıyordu gerçek.
Avukatımızla ilk buluşmamızda, o kararlı duruşuyla "menfi tespit davası" dediğinde içimizde bir umut kıvılcımı parladı; haksız yere başlatılan bir icra takibine karşı, borçlu olunmadığının tespiti için açılan bu dava, bize o an adeta bir can simidi gibi görünmüştü, başka ne yapabilirdik ki? Yasal sürenin, yani "tebligatın" bize ulaşmasından itibaren yedi gün içinde "icra takibine itiraz dilekçesi" sunmak, ilk ve en elzem adımdı, biliyor musunuz.
Dilekçeler, evraklar, banka dökümleri... Her bir kağıt parçası, her bir işlem makbuzu, haksızlığa karşı duran birer kalkan gibiydi adeta. Hesap hareketlerimizi, varsa ödeme kanıtlarımızı, o bloke edilen paranın bize ait olduğunu ispatlayan her şeyi itinayla topladık; çünkü mahkeme önünde her bir "delil," sesimizin duyulması için birer kelimeydi, çok önemliydi.
Mahkeme süreci, o bilmediğimiz labirentin dehlizlerinde yol almak gibiydi; bazen yavaş, bazen duraksayan, ama asla umudu kesmememiz gereken bir yolculuk. Avukatımız, haksız bloke nedeniyle uğradığımız "maddi zararları" detaylandırmamızı önerdi, mesela bloke süresince paranın nemasını kaybetmemiz ya da işlerimizin aksamasından doğan kayıplar... Bunların hepsi "maddi tazminat" kapsamında değerlendirilebilirdi.
Bir de "manevi tazminat" konusu vardı ki, işte orası bambaşka bir derinlikti. Haksız yere maruz kaldığımız stres, itibar kaybı, uykusuz geceler... Bu duygusal yükün de bir karşılığı olmalıydı, adalet terazisinde bunun da bir ağırlığı olmalıydı, değil mi? Zira, ruhumuza saplanan o haksızlığın hançerinin izi kolay kolay silinmezdi, silinmez...
Nihayet, mahkeme o beklenen kararı verdiğinde, içimizde tarif edilemez bir sevinç fırtınası koptu; "haksız yere bloke" edildiğimiz tescillenmiş, icra takibi iptal edilmişti. Ardından, bankanın ve haksız takibi başlatanın sorumlu olduğu, uğradığımız tüm maddi ve manevi zararların "faiziyle birlikte" tarafımıza ödenmesine hükmetti; işte o an, adaletin geç de olsa tecelli ettiğini gördük, vallahi.
Bu tecrübe bize şunu öğretti: Haksızlığa asla sessiz kalmamalı, hakkımızı sonuna kadar aramalıyız. "Hukuk Muhakemeleri Kanunu" ve "Türk Borçlar Kanunu" gibi temeller üzerinde yükselen bu yasal süreç, doğru adımlarla takip edildiğinde, kaybettiklerimizi geri alma ve hatta tazminat alma imkanı sunuyor; yeter ki yılmayın, yeter ki inancınızı kaybetmeyin.