NightYiit
Kayıtlı Kullanıcı
Kapınıza gelen o malum tebligatın soğuk yüzüyle karşılaştığınızda, bir an dünya durur sanki, değil mi? Omuzlarımıza binen kefillik yükünün, hiç beklemediğimiz bir anda bir hacz-i şerifle kapımızı çalması... Bu, sadece hukuki bir prosedür değil, aynı zamanda derin bir insani dramdır, hepimiz biliyoruz.
Kefillik, evet, bir güven müessesesidir, bir sözdür. Ancak bu sözün hukuki sınırları, çizilmiş hakları ve borçları vardır, unutmayalım. Türk Borçlar Kanunu’nun o çetrefilli labirentlerinde, adi kefalet ile müteselsil kefaletin ayrımını yapmak, vallahi billahi hayatidir. Zira borcun asıl sahibinden önce kapınızın çalınması, hele ki sizin kefaleten sorumluluğunuz adi nitelikteyse, işte o noktada itiraz hakkınız bir kalkan gibi yükselir.
Oturup kara kara düşünmek yerine, hemen harekete geçme vakti şimdi. İcra takibine maruz kaldığımızda, asıl borçlunun peşine düşülmeden doğrudan bize gelinmesi, eğer "adi kefil" isek, İİK madde 68'deki yasal haklarımızı hatırlatır bize. Alacaklının, önce asıl borçluya başvurması, onun tüm yasal yollarla takibini yapması, mal varlığını araştırması ve nihayetinde borcun tahsil edilemediğini belgelemesi gerekir. Bu kural, yani "önce asıl borçluya git" ilkesi, bizim en temel savunma hattımızdır, abi ya...
Peki ya müteselsil kefillik? Ah, o bambaşka bir dünya... Orada alacaklı, asıl borçlu ile kefili aynı anda, hatta dilediği sıraya göre takibe alabilir. Ancak burada da durum tamamen umutsuz değil! Borçlar Kanunu'nun 585. maddesi ve devamında yer alan düzenlemeler, bizim için bazı nefes alma alanları sunar. Örneğin, asıl borçlunun konkordato ilan etmesi, borca batık olması veya yurt dışına kaçmış olması gibi istisnai durumlar, kefilin sorumluluğunu farklı bir boyuta taşır, bu detayları atlamamak lazım...
Takibin tebliğ edildiği andan itibaren başlayan kısacık ama bir o kadar da hayati yedi günlük süre... Bu süre içerisinde, borca itiraz etmek, hacz-i şerif kararının usulüne aykırı olduğunu, borcun ya hiç doğmadığını ya da zaten ödendiğini yahut miktarının hatalı olduğunu dile getirmek, işte bu bizim elimizdeki en güçlü kozlardan biri. İcra Hukuk Mahkemesi'ne sunulacak o itiraz dilekçesinde, her bir hukuki gerekçenin titizlikle işlenmesi, sanki bir nakış gibi...
Borcun kendisinden ziyade, kefillik sözleşmesinin geçersizliği, belki de bir imza sahteciliği, ya da zamanaşımına uğramış bir alacak... Tüm bunlar, hacze itirazın kapısını ardına kadar aralayan gerçeklerdir. Kaldı ki, yasal olarak haczedilemez mal varlıklarımız vardır; belli bir seviyenin altındaki emekli maaşı, ev eşyaları gibi... Bu haklarımızı savunmak, yalnızca yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda kişisel onurumuzun da bir yansımasıdır.
Unutmayın, bizler sadece bir imza atmış olabiliriz, ama bu imza bizi savunmasız bırakmaz. Hukuk, güçlüden yana değil, haklıdan yana işler, yeter ki biz hakkımızı aramayı bilelim. Bu karmaşık hukuki süreçte yalnız değilsiniz, asla hissetmeyin kendinizi öyle. Bilgi ve doğru yönlendirme, bu fırtınalı denizde sizin pusulanız olacak... Hadi, abi ya, dimdik durma zamanı!
Kefillik, evet, bir güven müessesesidir, bir sözdür. Ancak bu sözün hukuki sınırları, çizilmiş hakları ve borçları vardır, unutmayalım. Türk Borçlar Kanunu’nun o çetrefilli labirentlerinde, adi kefalet ile müteselsil kefaletin ayrımını yapmak, vallahi billahi hayatidir. Zira borcun asıl sahibinden önce kapınızın çalınması, hele ki sizin kefaleten sorumluluğunuz adi nitelikteyse, işte o noktada itiraz hakkınız bir kalkan gibi yükselir.
Oturup kara kara düşünmek yerine, hemen harekete geçme vakti şimdi. İcra takibine maruz kaldığımızda, asıl borçlunun peşine düşülmeden doğrudan bize gelinmesi, eğer "adi kefil" isek, İİK madde 68'deki yasal haklarımızı hatırlatır bize. Alacaklının, önce asıl borçluya başvurması, onun tüm yasal yollarla takibini yapması, mal varlığını araştırması ve nihayetinde borcun tahsil edilemediğini belgelemesi gerekir. Bu kural, yani "önce asıl borçluya git" ilkesi, bizim en temel savunma hattımızdır, abi ya...
Peki ya müteselsil kefillik? Ah, o bambaşka bir dünya... Orada alacaklı, asıl borçlu ile kefili aynı anda, hatta dilediği sıraya göre takibe alabilir. Ancak burada da durum tamamen umutsuz değil! Borçlar Kanunu'nun 585. maddesi ve devamında yer alan düzenlemeler, bizim için bazı nefes alma alanları sunar. Örneğin, asıl borçlunun konkordato ilan etmesi, borca batık olması veya yurt dışına kaçmış olması gibi istisnai durumlar, kefilin sorumluluğunu farklı bir boyuta taşır, bu detayları atlamamak lazım...
Takibin tebliğ edildiği andan itibaren başlayan kısacık ama bir o kadar da hayati yedi günlük süre... Bu süre içerisinde, borca itiraz etmek, hacz-i şerif kararının usulüne aykırı olduğunu, borcun ya hiç doğmadığını ya da zaten ödendiğini yahut miktarının hatalı olduğunu dile getirmek, işte bu bizim elimizdeki en güçlü kozlardan biri. İcra Hukuk Mahkemesi'ne sunulacak o itiraz dilekçesinde, her bir hukuki gerekçenin titizlikle işlenmesi, sanki bir nakış gibi...
Borcun kendisinden ziyade, kefillik sözleşmesinin geçersizliği, belki de bir imza sahteciliği, ya da zamanaşımına uğramış bir alacak... Tüm bunlar, hacze itirazın kapısını ardına kadar aralayan gerçeklerdir. Kaldı ki, yasal olarak haczedilemez mal varlıklarımız vardır; belli bir seviyenin altındaki emekli maaşı, ev eşyaları gibi... Bu haklarımızı savunmak, yalnızca yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda kişisel onurumuzun da bir yansımasıdır.
Unutmayın, bizler sadece bir imza atmış olabiliriz, ama bu imza bizi savunmasız bırakmaz. Hukuk, güçlüden yana değil, haklıdan yana işler, yeter ki biz hakkımızı aramayı bilelim. Bu karmaşık hukuki süreçte yalnız değilsiniz, asla hissetmeyin kendinizi öyle. Bilgi ve doğru yönlendirme, bu fırtınalı denizde sizin pusulanız olacak... Hadi, abi ya, dimdik durma zamanı!